ASAYİŞ Haber Girişi : 09 Haziran 2010 08:36

Büyük Randevu

Büyük Randevu

Bugünkü yazımda bir öykü paylaşmak istiyorum.Bu öykü belki sanal bir düşünce ürünü.Ama anlatılanlar gerçeğin ta kendisi.Belki aktörler ve olaylar değişik.Ama gerçekler aynı.Bu dünyaya gelen bir gün mutlaka gidiyor.Ve er geç beklenen büyük buluşma gerçekleşiyor.Bundan kaçış yok…

 

Sözü fazla uzatmadan öyküye geçmek istiyorum.Sanırım bu öykü içimizde uyuyan bir takım duyguları harekete geçirecektir.Öykümüzün başlığı Kabus ,Yazarı Cüneyt Suavi…


`` Çocukluğumdan beri dar mekanlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesine uzaklaşırdım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım.
Oysa ki o dar mekanlara, şimdi ister istemez girecektim.
Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuda yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görebiliyordum.
- Genç yaşta öldü zavallı, diyorlardı. Halbuki yapacak ne kadar çok işi vardı.
Gerçekten de bir çok işim yarım kalmıştı. Mesela oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile renkli televizyonunun taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup dostlarımı orada toplamak da artık hayal olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım.
Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve :
- “Geçti artık geçti”, diyordu.
İçimden “keşke geçmemiş olsaydı” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.
Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:
- Aman Allah’ım!.. dedim. Ne olacak şimdi halim?
Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu.
Cenaze namazı için camiye gidiyor olmalıydık.
Cami deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikayet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim.
Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım.
Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses :
- Geçti artık geçti, diye tekrarladı.”Bitti artık”
Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da milli takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:
- Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli, diyordu. Sırılsıklam olduk birader.
Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi?
Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura doğru indirdi.
Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım.
Aman Allah’ım!.. Bu kadar değil miydi?
O ana kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim?
Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum.
Tekrar zifiri karanlıkta kalmış ve bütün acizliğimle dua etmeye başlamıştım.
- Yarabbi , diyordum. Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim.
Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:
- Geçti artık geçti, diye tekrarladı. “Her şey bitti artık.”
Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakları çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu.
Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak:
- Geçti artık geçti, diye bağırarak duruyordu. “Geçti bak, hiçbir şeyin kalmadı.”
Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağnak halinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu.
Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toplamaya çalışırken:
- Yarabbi, sana zerrelerim adedince şükürler olsun, diyordum. İyi bir kul olmak için ya bir fırsat daha vermeseydin? ``

Cüneyt Suavi - Hayatın İçinden Sevgi Hikayeleri )

 

Evet bir öykü okuduk hep beraber.Yazarının yüreğine sağlık.Yoruma, açıklamaya gerek yok sanırım.Her şey ayan beyan ortada.Bir saat sonrasına bile garantimiz yok.Bir de bakarsınız ki o gıcırdayan tabut içerisindeyiz.Ve üzerimize atılan toprakları hissederiz gök gürültüsü gibi…

 

Bunlar her gün yaşadığımız gerçekler.Hiç ummadığımız anda en sevdiklerimizi toprağa veriyoruz birer birer.Hepsinin ruhu şad olsun….

 

Sıra bize de gelecek elbet.Merhum Necip Fazıl Kısakürek iki mısralık dizelerinde bunu şöyle dile getirmiştir ;

 

Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta?
Tabutumun tahtası, bilsem hangi agaçta?

 

Evet ne zaman ve nerede belli değil ama herkes için büyük randevu gerçekleşecek bir gün.Ondan kaçış yok.O halde gerçekleşeceği kesin olan o büyük randevuya hazır ve hazırlıklı olmak lazım.Yukarıdaki kabus dolu öykünün kahramanı çok şanslı.Çünkü o geriye dönme fırsatı bulmuş…

 

Bizim hala çok büyük şansımız var.Bazı şeyler için iş işten geçmiş değil.Şu anda nefes alıyorsak bu bizim için büyük fırsattır.Bu fırsatı heba etmeyelim yeter.Geleceği kesin olan o mutlak gün için hazırlıkları aman ihmal etmeyelim.Bu dünya nedir ki, bir bakmışsınız gidiyoruz,tıpkı bizden önce gidenler gibi….

 

Allah iki dünyamızı da bahtiyar kılsın…