ASAYİŞ Haber Girişi : 15 Ocak 2010 00:07

Yahya Baba

Yahya Baba

Yükselen  duman  isinin  yağan  yağmurla  karışarak  güneşi  hapsettiği  bir  öğlen  vaktiydi.  

Tepelerindeki  yaprakları  sararmaya  başlamış  sık  ağaçların  ve  çaylıkların  arasından  uzayıp  giden  ıssız  Dağbaşı  yolunu  ve  birbirinin  içinden  çıkan  parçalı  çatılarıyla  olduğundan  karışık  görünen  Rize’yi  hüznü  barındıran  karanlık  gölgesiyle  koynuna  almıştı  adeta.

Daha  düne  kadar  yüksek  binaların  tepelerindeki  pencerelere  kızıl  yansımalarla  çarpan  güneşin  solgun  parlaklığı  artık  buraya  düşmüyor.

Vakit  sanki  akşamüstünü  andırıyor.

Eğitim  Merkezi’ndeki  sınıfın  penceresinden  başımı  cama  dayayıp, arada bir  mahalle  dolmuşlarının  geçtiği  boş  ve  ıslak  yola  bakıyor,  mihrabının  bekçisi  olduğum  mabedin  minaresini  özlemle  seyrediyordum.

Zamanı, geçen  dakikaları, hayatın  bizzat  kendisini  ve  ideallerimi düşündüğüm  vakitler…

Yirmi  dokuz  yol  arkadaşımı, gayretlerini  ve  ilme  olan  muhabbetlerini  düşündüğüm  saatler…

Bu  Şehrin  İmamlarının  altı  ay  sürecek  olan  ‘’Tashih-i  Huruf’’ kursu  için  bildiklerini  hiçe  sayıp  hiç  bir  komplekse  kapılmadan  ve  haftalarca süren ‘’Namaz  Sureleri’’ ni  usulüne  uygun  olarak  okumaya  çalışmalarını  düşünüyorum.

Derslerimize  giren  ve  bir  arkadaş  edasıyla  bizlerle  teker  teker  ilgilenen  vefakâr  hocalarımızın  gayretlerini  düşünüyorum.

Öğleden  önceki  son  derste  Halim  Garip  hocamızın  slaytlar  ve  uşşak  makamında  bir  ney  eşliğinde  bizlere  sunduğu  ve  hepimizi  derinden  etkileyerek  manevi  bir  atmosfere  seyahat  ettirdiği  ‘’Yahya  Baba’’ nın  son  halini  düşünüyorum.

Keramet  ve  sırlarla  dolu  hayatına  tutunmaya  çalışıyorum…

*****

Yahya  Baba, İkinci  Bâyezid  zamanında, Edirne  Bâyezid  Külliyesi’nin  aşçılarından  biridir…

Arkadaşları  hoşaf, kebap, sebze, bakliyat  pişirir. Ama  onun  ihtisası  pilavdır. Mübârek  işe  girişti  mi  insanlar  ibadet  ettiğini  sanırdı.

Pirinçleri  salavat  getire  getire  ayıklar, yağını  tekbirlerle  eritirdi. Tuzunu  besmele  ile, suyunu  Fatihalarla  salardı. Zaman  zaman  gözünü  yumar, Enbiyayı, Evliyayı  aracı  yapar, Allah’tan  bereket  arzulardı.

Onun  pilavı  herkese  yeter, hatta  artardı  bile…

Ancak  o  tek  pirinç  tanesine  bile  kıyamaz; artanı Tuna  nehrine  atardı. Balıklar  onun  geleceği  saati  bilir, köprü  başında  toplanırlardı.

Kilerci, bakar  pilav  artıyor; pirinci  aşçıya  az  vermeye  başlar.

Ama  Yahya  Baba  bir  kere  bile  ‘’bu  pirinç  yeter  mi?’’ demez…

Kilerci  şaşkındır.

Her  gün  pirinç  miktarını  biraz  daha  kısar  ama  pilav  azalmaz, aksine  çoğalır. Yine  herkes  doyar, Tuna’nın  balıkları  bile  nasibini  alırlar. Kilerci , bunu  izah  edecek  tek  bir  kelime  bilir:

‘’Bu  bir  keramet’’

Çok  dener… Emin  olunca  Padişaha  çıkar. ‘’Bu  Yahya  Baba  boş  değil  sultanım  der, halbuki  biz  ona  amele  muamelesi  yapıyoruz’’

Fakat  Bâyezid-i  Veli  gönül  ehlidir  ve  aşçı  ile  tanışmak  ister. Kilerci  ile  bir  plan  yaparlar.

O  gün  Yahya  Baba’ya  çok  az, hatta  gülünç  denilecek  kadar  az  pirinç  verilir.

O  her  zamanki  gibi  okur, Alemlerin  Rabbi’nden  Halil  İbrahim  bereketi  diler.

Pilavı  çok  lezzetli  olur, üstelik  kazanlara  sığmaz.

Yahya  Baba  artanları  yine  yüklenir, Tuna’nın  yolunu  tutar. Tam  kepçeyi  daldırıp  balıklara  atarken  Padişah  ortaya  çıkar. ‘’Ne  oluyor  bre, der. Yoksa  devlet  malını  israf    edersin?’’

Yahya  Baba  tutulur  kalır. Ancak  balıklar  kafalarını  sudan  çıkarıp: ‘’Ayıp  olmuyor  mu  Sultanım? derler. Koca  devletin  artığını  bize  çok  mu  görüyorsun?’’

Yahya  Baba  öylesine  mahçup  olur  ki, anlatılmaz.

Utancından  secdeye  kapanır  ve  Allah’a  sığınır.

Ve maalesef  yıllardır  şerefle  muhafaza  ettiği  sırrı  ve  kerameti  ortaya  çıkmıştır  artık.

Bâyezid-i Veli  Onun  kalkmasını  bekler, ama  geçmiş  ola…

 Mübarek, çoktan  ruhunu  teslim  edip  kavuşmuştur  Rahmet-i  Rahmana… 

*****

Yağmur  şiddetini  artırmış, gözlerimi  ayıramadığım  şehir  artık  görünmez  olmuştu.

Yirmi  dokuz  yol  arkadaşım  birazdan  başlayacak  yeni  ders  için  sınıflara  dolmuştu  bile…

Ağızlarında  ise  en  son  okudukları  ayetleri  terennüm  ediyorlardı.

Samimi  bir  aşkla  ve  tükenmez  bir  gayretle…

Bense  halen  Yahya  Baba’yı  ve  mukaddes  sırrını  düşünüyordum.

Sırların  ifşasını  ve  neticesini  anlamaya  çalışıyordum…

 

Abdurrahman  KARAL

Fikir ve Düşünceleriniz için [email protected]