Haber Girişi : 17 Aralık 2018 09:00

Türkiye AB Yolunda mı?

Türkiye AB  Yolunda mı?
Bu tarih itibariyle gündemde büyük bir yer kaplamasa da ve eski popülaritesini son yıllarda iyiden iyi kaybetse de Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkilerini bu hafta bu köşeye taşımamın nedeni, bu konuyu birincil kaynaktan dinleme olanağına sahip olmuş olmam. Üstelik bu konuşmanın; dış işlerinde AB ile ilişkilerin kamuoyunda algılandığı kadar kapatılmış bir defter olmadığını bana göstermesi de bu konuyu ele alma ihtiyacımı büsbütün körükledi. Açıkça ifade etmem gerekirse, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Avrupa Birliği Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı’nın AB-Türkiye ilişkileri üzerine verdiği konferanstan söz ediyorum. Kaymakcı’nın üzerinde durduğu noktalara geçmeden önce; almış olduğu eğitim, bulunduğu konum ve tecrübeleri ile Kaymakcı’yı yetki ve yetkinliğin bir arada bulunması bakımından Türkiye- AB politikalarının sözcüsü kabul etmekte haksız olmadığımızı belirtmekte fayda var.
Kaymakcı olayı üç soru ile alıyor. İlkiyle başlayalım, AB üyeliği Türkiye için iyi midir? 
Bu sorunun cevabı neden Türkiye’nin yarım asrı aşkın süredir AB üyeliğinde ısrar ettiğinin de açıklamasını oluşturuyor. Kaymakcı’ya göre AB üyeliği Türkiye için iyi olmanın da ötesinde gerekli bir adım. Zira Gümrük Birliği (Ankara Antlaşması) vasıtasıyla büyüyen ticaret hacmi ile, üye devletlerle kurulan ikili ilişkiler ile, güncel siyasetin gerektirdiği mülteciler konusundaki adımlara benzer müzakereler ile Türkiye hali hazırda AB’nin işleyişinden ve kararlarından etkileniyor. Fakat AB’nin kararlarından etkilenirken bu kararları etkileyebilecek konumda değil. Sizin de takdir ettiğiniz gibi masanın bu kararları alan tarafında olmanın, yani karar mekanizmasında yer almanın yolu ise tam üyelikten geçiyor. Kaymakcı’ya göre içerde olmamız bizim için daha yararlı çünkü içerde olursak çarkların aleyhimize dönmesini engellememiz de mümkün olur. 
Gelelim ikinci soruya; diyelim biz üyeliğin bizim için çok yararlı olduğuna karar verdik peki, Türkiye gerçekten AB’ye üye olabilir mi? 
Bu noktada sıkı bir özeleştiri başlamalı. Türkiye’nin coğrafi olarak AB belgelerinde bir Batı ülkesi sayıldığına kuşku yok. 1959 yılında üyelik için ilk adımlar atıldığında AB, Türkiye’nin bir Batı ülkesi olduğu kararını veriyor. Fakat sonra 1960’da darbe oluyor, 1971’de bir daha ve 1980’de bir daha… 
AB, Türk demokrasisine askeri demokrasi olarak bakmaktan geri duramıyor. Üstelik 1989 Soğuk Savaş’ın bitimine kadar AB için Batı Avrupa’ya komünizmin yayılmasını önleyecek bir perde görevi gören Türkiye, AB için popüler ve el üstünde tutulan bir üye iken, iç siyasetin karışıklığı ve asla stabil hala gelemeyen ekonomi nedeni ile bu süreci de iyi değerlendiremiyor. 
Diğer taraftan SSCB’nin içindeki uydu devletlerin dağılması ile 13 ülke birden AB’ye üye olmak istiyor. Haliyle, komünizmin pençesinden kurtaracağı ve kendi liberal pazarı ile buluşturacağı o 13 ülke bir anda Türkiye’nin hali hazırda iyi gitmeyen üyelik sürecini büsbütün sekteye uğratıyor. Sonra AKP’nin AB’ye uyum reformları ve bu konuda edindikleri başarı ile 2004 yılında ilk kez Türkiye için katılma müzakereleri başlıyor ve üstelik 2009’a kadar da ‘önümüzdeki yıl Türkiye AB’de’ heyecanıyla bu müzakereler sürüp gidiyor. Ancak 2009’dan sonra AB; Türkiye’nin demokrasiyi, özgür düşünceyi önceleyen Kopenhag Siyasi Kriterlerinden uzaklaştığını ileri sürüyor. 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki yargılama sürecini de yine AB’nin değerlerine aykırı görüyor. 
Peki şimdi üçüncü soruya gelelim: AB bizi üyeliğe kabul eder mi? 
İşte bu nokta da oklar AB’nin üzerine çevriliyor. Diğer bir deyişle, biz gerçekten tüm kriterleri sağlasak, AB bize kollarını açacak mı? Bunun cevabı ise bilinmemekle birlikte çoğunluğun görüşü hayır yanıtına daha yakın gibi. İlk olarak, AB için Türkiye çok büyük ve nüfusunun çokluğunun yanında demografik yapısı ile de AB için şok etkisi niteliğinde. Ek olarak; Türkiye, devleti laik olsa halkı Müslüman bir ülke olarak birçok üye devletin gözünde kabul edilebilir şartları dahi sağlamıyor. Üstelik Kıbrıs harekâtından, Sarkozy döneminden ve şimdilerde sözde soykırım iddialarından da anlaşıldığı üzere özellikle kimi üye devletlerce, Türkiye geçmişten getirdiği ve bugün de taşıdığı değerler ileeşikten dahi geçirilmek istenmiyor. 
Kaymakcı’nın bu tablo karşısındaki tutumu ise oldukça berrak. Türkiye’nin AB üyeliğinin; en çetin, en çok sorgulanan fakat aynı zamanda AB’ye en büyük değerleri katacak üyelik olduğunu belirten Kaymakcı, üyelik sürecinin bugünkü gibi tıkanmasının AB’nin de lehineolmadığını belirtiyor. Türkiye’ye gelince; Kaymakcı için biz Kopenhag kriterlerine, Maastricht Kriterlerine uyalım ve ülkemizi gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaralım ve o zaman AB üyeliğini yeniden düşünelim, gerekirse göz ardı edelim. Fakat muhakkak önce adı AB’ye uyum olarak da olsa ülkemizi topyekûn kalkındırma hareketini hızlandıralım. Bu nedenle AB hareketini kutsamayalım ve çıkış kapısı olarak görmeyelim ve fakat AB’ye sırtımızı dönüp, 21. yüzyıl değerlerine de bütünüyle küsmeyelim. 
Etiketler : rabia
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.