Haber Girişi : 03 Mart 2020 11:59

ROTASIZLIĞIN BEDELLERİ

ROTASIZLIĞIN BEDELLERİ
Maalesef söylenecek sözlerin bittiği bir noktaya geldik.
Daha geçen hafta Türkiye’nin bir göçmen politikasının bulunmadığından, ne yapacağımızı bilmediğimizden söz etmiştik. Üstelik bu durumun bizlerle de sınırlı
olmadığını, söz gelimi Almanya’nın da kararlılıkla uyguladığı bir göç politikasının bulunmadığını kaydetmiştik.
Geçtiğimiz bir hafta içinde yaşananlar özellikle şehitlerimiz, bir kez daha hedefsizliğin, dış politikadaki rotasızlığın bedelini hepimize hatırlattı.
Başta 33 eve ve tüm Türkiye’nin yüreğine soğumamak üzere ateş düştü.
Daha sonra sınır kapılarının açıldığı haberini aldık. Zira İdlip’te sivillere
yönelik saldırılar nedeniyle 2 milyonluk bir göç dalgası daha bekleniyordu ve
Türkiye bunun sorumluluğunu almayacağını gösterdi.
Cümleleri bu şekilde alt altasıralayınca iç yakan, insan onurunu yerle bir eden tablonun ortaya çıkmadığının farkındayım. Evet, Türkiye adımlar atmakta, bağımsız bir ülke olarak kendi kararlarını almakta kuşkusuz özgür. Ancak gelin durumu
makro seviyeden micro seviyeye indirelim.
Yani bir an için devasa organlarla hareket eden kocaman bir yapı olan devlet gibi düşünmeyi bırakalım ve insan bazında düşünelim bu senaryoyu.
Yapılan röportajlarda “Türkler iyi insanlar, Allah razı olsun; ama bizim gitmemiz
gerek burada iş yok” diyen ve dünyanın gözleri önünde botlara binerek Ege’yi geçmeye çalışan insanları düşünelim. İnsanlar, kadınlar, yaşlılar, çocuklar, körpe bebekler... Aç susuz bir biçimde insan kaçakçılarının insafına teslim olmuş gidiyorlar.
Bu insan kaçakçısı yakıştırmasını ben yapmıyorum, internette dolaşan
videolarda görmüş olmanız mümkün, “Ben bu iş için hapis yattım, işim bu
benim reis de çağrı yapınca işimizi yapıyoruz” diyen bir adamdan söz ediyorum.
Bu kişiler, bota, botun kapasitesinden az kişiyi aldıklarını da övünerek anlatıyorlar. Tüm devlet politikalarından arınmış bir biçimde düşünün ne sizin müsebbibi olduğunuz ne de nimetlerinden yararlanacağınız bir savaş sonucunda oradan oraya
sürüklenmişsiniz ve bir gün televizyon kanalları manzarayı canlı aktarıyor:Acaba Ege’yi sağ salim geçebilecek misiniz, elenenler olacak mı?
Acaba antiloplar sudan karşıdan karşıya geçerken timsaha yem olacak mı konulu belgeseller bizim evde pek sevilmez, izlemeye kimsenin gönlü el vermezdi. Belgesel yapımcılarının kullandıkları müzikler, görüntüler ile annemi ve babamı doğanın dengesi olduğunu bilmelerine rağmen ağlarken bile görebilirdiniz.
Bu kez mücadele veren insanlar ve dönüşleri olmasın ne var işte kendileri
istediler gidiyorlar denebiliyor. Üstelik bu naraları atan insanlar akıllarını
hükümet politikalarını bağladıklarından, geçtiğimiz haftadan önce “mülteci
kardeşlerimiz” ile cümleye başlar, şahsen benim takdir ettiğim bir insancıllık sergilerlerdi. Mülteciler tamam da nüfus politikası, ülkenin ekonomisi vesaire diyenleri ise ırkçılık ile suçlarlardı. Şimdi mülteciler mağdur oluyor diyorsunuz bu kez de Batı değerlerine sarılmış sözde hümanist olduğunuz sözleriyle eleştiriyorlar. Yani hem ırkçı hem insancıl olmanız aynı anda mümkün oluyor. Tüm bu
tartışmalar sürerken mültecilerin çilesi sınırı geçmekle de kalmıyor. Yunanistan
diye bir zalime düşüyorlar, biber gazlarıyla karşılanıyorlar aç susuz bırakılıyorlar. AB ülkeleri de Yunanistan’ı gösterdiği direnç için tebrik ediyor. Yani neresinden bakarsanız tutarsızlık neresinden bakarsanız insafsızlık. İşin içinden çıkamıyorsunuz.
Etiketler : rabia
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.