Haber Girişi : 30 Kasım 2015 08:15

Paralel yargının söndürdüğü bir hayatın hazin ama gerçek hikâyesi...

Paralel yargının söndürdüğü bir hayatın hazin ama gerçek hikâyesi...
Adına yıllar sonra "paralel yapı" denilecekti. Oysa bu ülkede niceleri bu "yapı"nın farkındaydı ve adım adım Türkiye'yi nasıl kuşattığını biliyordu. Hani Nazım Hikmet, "... Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında" demişti ya... İşte  o tasvirde olduğu gibiydi.
Ortada; sinsice devleti, üstelik de devletin en hayati damarlarını ele geçiren bir çete vardı, ne yazık ki siyasi irade bunun hiç mi hiç farkında değildi.
Yargı...
Emniyet...
Maliye...
Bilgi iletişim...
Ordu...
Medya...
Sermaye...
Bir ülkeyi ülke kılan ne varsa hepsi karanlık güçler tarafından kuşatılmıştı. Koskoca devlet, bir savcı veya yargıcın kararıyla 
ülkesinin genelkurmay başkanını "terör 
örgütü üyesi" olma iddiasıyla 
tutuklayabiliyordu!
Millet olarak koskocaman bir anafora 
yakalandığımızı göremeyecek kadar 
kendimizden geçmiştik.
Devletin en mahrem sırları, görünürde 
sıradan bir yol kontrolünde çarşaf çarşaf 
ortalığa seriliyor, bizim basınımızdan önce Batı medyası, "Türkiye IŞİD'e silah 
gönderiyordu, yakalandı" diye manşetler atıyordu.
Tam da o günlerdi, bizim hikâyemizin 
başladığı tarih...
"Fethullahçı olmanın, Allah'ın kulu 
olmaktan daha muteber olduğu" bir 
dönemdi yani...
Mebus olmanın yolu oradan geçiyordu, hatta her türlü ikbale ve izzete erişmenin 
güzergâhı da oraydı...

ÇILGIN BİR MÜŞAVİR HADDİNİ AŞTI!

Erzurum gibi bir yerde, yani "cemaatçi olma"nın en çok prim yaptığı bir şehirde, hangi çılgın vardır ki, cami duvarına işesin!
İşte o çılgın Erzurum'dan çıktı.
Atatürk Üniversitesi Hukuk Müşaviri Büşra Pehlivan...
Sisteme uyup, herkes gibi al takke ver takke yapmak dururken, eceline susamış olacak ki, sen tut cemaatin üniversitedeki "para 
mabedi"ne karşı savaş aç!
Tahmin ettiğiniz gibi o "mabed"in adı, 
Asya Bank'tı.
Devletin (daha doğrusu üniversite ve 
yargının) Büşra Hanım'ın üzerinden silindir gibi geçtiği tarih, işte o tahliye talebiyle 
başlamıştı.
Üniversitenin hukuk müşaviri olarak, "haksız işgalci" konumunda olan Asya Bank'a 
tahliye davası açmaktan öte bir "günâh"ı 
olmayan Büşra Hanım, üniversitenin de 
kendisine sırt çevirmesi üzerine, cemaatçi savcı ve hakimlerin hışmına uğradı. 
Daha ne zimmetine para geçirme suçu kaldı, ne de devleti soyup soğana çevirdiği!
"İdamlık suçlu"ydu yani!
Paralelci savcı gözünü öyle bi karartmıştı ki, hakkında somut delil elde edemediği bu müşaviri "içeri atmak" için, önüne çıkan 
herkesi tahdit etti. 
Öyle ki, üniversite yönetimi bile o savcıya biat etmek zorunda kaldı.
Sahte deliller, yalancı şâhitler ve o savcıya inanan kumpasçı bir hâkim...
Hepsi tas tamam olunca paralelci savcı için gün doğmuştu: Büşra Pehlivan 
tutuklanacak, böylelikle Erzurum'da  cemaat hakkında ileri geri konuşan kim varsa hepsi anında "hiza"ya gelecekti.
Öyle de oldu!
Dibine kadar rüşvete ve pisliğe bulaşmış bir savcı, koskoca şehri tutsak etmişti. Önüne kim çıkarsa anında defterini 
dürecek kudretteydi!. Çünkü, o günkü AK Parti 
Hükümeti, bu 
türden adamlar için en büyük kalkandı.

BÜŞRA PEHLİVAN KAÇMASAYDI AYLARCA TUTUKLU KALACAKTI

O gün ki adlarıyla "Fethullahçı", sonraki tanımlarıyla "paralelci" olan savcı ve hâkimler anında makarayı kurmuş, çekilecek ipi de hazırlamıştı: Üniversitenin Hukuk Müşaviri Büşra Pehlivan içeri 
atılacaktı ki bazı kendini bilmezler de ders 
alsınlar!
Savcı, tutuklama istemiyle mahkemeye 
sevketti, mahkeme de tutuklanması 
yönünde karar verdi. Neyse ki Büşra Hanım uyanık davranmış bu komplaya kurban 
gitmemişti.
Kaçtı; ta ki vicdanlı bir hâkimin kâğıt 
üzerinde ki tutuklumasına yine kâğıt 
üzerinde "tahliye" karı vermesine kadar... Büşra Hanım tutuklanmasına 
tutuklanmamıştı, ya da bi şekilde hapisten yırtmıştı, ama savcı peşini bırakmaya hiç de niyetli değildi!
Bu arada unutmadan söyleyelim. Avukat Büşra Pehlivan, güyâ zimmetine para 
geçirmişti. O da şöyle olmuştu: Avukat Büşra Pehlivan, ücret-i vekalet paralarını zimmetine geçirmişti, toplam miktar da 800 bin liraydı.

İŞTE MAHKEMENİN ARA KARARI

Isterseniz gelin tam da bu noktada biz aradan çekilelim ve Büşra Hanım'ın nasıl bir haksızlığa uğradığını gösterir Erzurum Ağır ceza Mahkemesi'nin ara kararına sözü bırakalım:

BÜŞRA HANIM'IN İMDADINA, PARALEL ÇETE İLE MÜCADELE  İRADESİ YETİŞTİ

AK Parti Hükümeti, 17-25 Aralık paralel yargı darbe girişimine hedef olmamış olsaydı, o günkü paralelci yargı aslında "ilahlara karşı savaş" açan Büşra Hanım'ı un ufak edecekti. Neyse ki yargılama devam ederken, köprülerin altından çok sular aktı ve paralelci çete açık düştü. Bu durum, 
binlercesine olduğu gibi Büşra Hanım'a da adeta bir güneş gibi doğmuştu öyle ki 
kendilerini adil bir ortamda savunma imkânı vermişti.

PARALELCİ SAVCI, MÜŞAVİR HANIM'A KARŞI, AYNI ODADA ÇALIŞTIKLARI 
MESLEKTAŞLARINI YALANCI ŞAHİT OLMAYA ZORLADI

Paralelci savcı bunu başardı da... Ortada Büşra Pehlivan'ın "zimmetine para geçirdiği" ve de kendi haklarını ödemediğini söyleyen avukatlar vardı. Savcı Bey, o 
avukatları artık neyle 
korkutmuştuysa korkutmuştu ve hepsi de aslında aldıkları paralar için "biz para almadık" diyecek kadar, akıllarını ipotek vermişlerdi. Yani kendi iplerini kendi elleriyle çekmişlerdi, ama farkında 
değillerdi.Üniversite yönetimi de fena halde tırsmıştı. Adeta "ya ipin ucu bize ulaşırsa" diyerek, şantajcı ve kumpasçı savcının tehditlerine boyun eğdi. Yönetim, kendi hukuk müşavirini bile bile tıpkı kuzunun kurda verilmesi gibi 
teslim etmişti!
"Bize dokunma da kimi istersen al götür!"
Kumpasçı, düzenbaz savcı amacına 
ulaşmıştı. Gördü ki gözünde çok büyüttüğü Erzurum aslında hiç de içinde "isyân ahlâkı" olmayan bir şehir... Demek ki, o şehrin 
hemşerisi Nurettin Topçu aynı adlı eseri 
boşuna yazmıştı.
Bir şehir düşünün ki, üniversitesi teslim olmuş, medyası satılık...
Avukatlar korkak, sivil toplum örgütü 
tatilde!
Siyaset avanta peşinde!
Ya milletvekilleri? 
Hak getire...
Bütün yollar artık Roma'ya değil, 
Fethullahçı Yapı'ya çıkıyordu.
Hâkim de taşerondu, savcı da...
Polis'i ve maliye'yi hiç sormayın; onlar o kumpasta yalnızca birer piyondu...
Lâkin gelin görün ki, günün sonunda her 
satrançta olduğu gibi bir irade geldi, hukuku ve adaleti tesis ettikten sonra piyonlarla 
şahları aynı torbaya doldurmayı başardı.

BÜŞRA PEHLİVAN, AĞIR CEZADA ZİMMET SUÇUNDAN YARGILANIRKEN 
DANANIN KUYRUĞU KOPTU

Evet; tam da o günlerdeydi. Büşra Pehlivan için artık deniz bitmiş, zimmet suçundan kodese girmek üzereyken bir anda işler değişti ve hükümet paralelci çeteye karşı amansız bir mücadele başlattı. İşte o 
günden sonra da Büşra Pehlivan'ın eli 
güçlenmişti. Kendini daha bi iyi savundu ve delillerini tek tek mahkeme sundu.
Alenen bir kumpasın kurbanı olmuştu. 
Yalancı şahitlik eden avukatlardan tutunuz da, elde olmayan maddi delillere kadar 
onlarca açık nokta buldu ve oradan harekete geçti.
İnandırıcıydı ve de haklıydı. Sonunda 
hakkında açılan dava devam ederken aynı mahkeme bir ara kararı verdi ve kendisine karşı yalan beyanda bulunan avukatlar başta olmak üzere, o günkü paralelci savcı ve 
yargıçlar için soruşturma ve suç duyurusu kararı çıkarttırdı.
Şimdi paralelci savcının tehdit ve baskısıyla, "Büşra Pehlivan bizim paramızı yedi" diye ifade veren avukatlar hesap verecek. 
Yetmedi bir de paralelci savcı ve hâkim HSYK önünde ter dökecek. Muhtemelen de görevlerinden uzaklaştırılacaklar. Çünkü yargı erkini öylesine hoyrat biçimde kendi çıkarları için kullanmışlar ki, kim olursa olsun minareye bir kılıf uyduramaz.

SONUÇ...

Sonuç şu: Büşra Pehlivan, vaktiyle paralelci çetenin kendisi için açtığı davada hâlâ sanık olarak yargılanıyor. İsnat edilen suç ise, 
zimmetine para geçirmek. Ancak şöyle bir durum oldu: Büşra Pehlivan'a bu suçu isnat eden üniversite hukuk işlerindeki 
meslektaşları, paralelci savcı ve hâkim, çok yakında hakim karşısına çıkacaklar.
Suçları da ise, kumpas kurmak, yalan 
beyanda bulunmak, suç isnat etmek, iftira atmak ve yargı erkini kullanarak başkaları üzerinde baskı ve tehdit oluşturmak...
Artık hesap verme günleri onlarda...
Peki Büşra Pehlivan'a ne oldu?
Büşra Pehlivan, üniversiteden 
uzaklaştırıldıktan sonra, avukatlığı bırakıp noter oldu. Çat'ta başladığı noterlik görevini hâlen devam ettirmekte. Ama O'nun için 
aslolan ne olduğu değil, verdiği hukuk 
mücadelesinin doğrudan ve haktan yana 
tecelli etmesidir.
"Ömrümün sonuna kadar bu yapıyla 
mücadele edeceğim, AK Parti hükümeti bu işten vazgeçse bile ben işin bırakmayacağım. Aylarca, yıllarca bize yani bana ve 
çocuklarıma, 
yakınlarıma hayatı zehir eden, dünyayı bize zindan kılan bu 
zalimlere karşı hukuk içinde mücadelemi sürdüreceğim. Çünkü bunlar için kurumsal çıkarları her türlü 
mukaddesin 
üstündedir. Ben de gücüm yettiği oranda bu çürük ve çarpık 
yapıyı anlatıp duracağım. Yargıya olan 
güvenim şimdi tam. Çünkü ehli vicdân yargı mensupları iş başında. Ben tolerans  ya da imtiyaz istemiyorum. Bütün derdim, bu kumpasçıların gerçek yüzünün ortaya çıkmasıdır."
Evet; tahmin ettiğiniz gibi bu sözler, paralel 
yapının üç yılı aşkın 
süredir hayatını mahvettiği ve aile faciası 
yaşattığı o avukata yani Büşra Pehlivan'a ait...
17-25 Aralık paralel yargı darbe girişimi başarıya ulaşmış olsaydı, hiç 
kuşkunuz olmasın ki, bugün Büşra Pehlivan'ın hikayesine çok benzeyen onlarca trajediye tanık olacaktınız. Adamlar öyle bir çıldırmıştı ki, şu eti budu olmayan 
Erzurum'da bile yüzlerce insanı aynı yolla içeri tıkmak için her türlü tezgâhı 
kurmuşlardı. Büşra Pehlivan, mağdurlardan yalnızca biri...Kazıyın; göreceksiniz ki, 
altından daha niceleri çıkacaktır. Balyoz ve Ergenekon'da yahut da diğer benzer 
davalarda hep aynı şey 
çıkmadı mı? Kumpas, tertip, tuzak, sahte delil, yalancı şâhit ve sonunda yıllar yılı süren ağır bir zulüm...
Erzurum'daki ki bu olay, 
onların yanında 
sadece ince bir cüz...
Şans, Büşra Hanım'a 
olduğu gibi çoğunun 
yüzüne gülmedi...

Etiketler : şener
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.