Adına yıllar sonra "paralel yapı" denilecekti. Oysa bu ülkede niceleri bu "yapı"nın farkındaydı ve adım adım Türkiye'yi nasıl kuşattığını biliyordu. Hani Nazım Hikmet, "... Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında" demişti ya... İşte o tasvirde olduğu gibiydi.
Ortada; sinsice devleti, üstelik de devletin en hayati damarlarını ele geçiren bir çete vardı, ne yazık ki siyasi irade bunun hiç mi hiç farkında değildi.
Yargı...
Emniyet...
Maliye...
Bilgi iletişim...
Ordu...
Medya...
Sermaye...
Bir ülkeyi ülke kılan ne varsa hepsi karanlık güçler tarafından kuşatılmıştı. Koskoca devlet, bir savcı veya yargıcın kararıyla
ülkesinin genelkurmay başkanını "terör
örgütü üyesi" olma iddiasıyla
tutuklayabiliyordu!
Millet olarak koskocaman bir anafora
yakalandığımızı göremeyecek kadar
kendimizden geçmiştik.
Devletin en mahrem sırları, görünürde
sıradan bir yol kontrolünde çarşaf çarşaf
ortalığa seriliyor, bizim basınımızdan önce Batı medyası, "Türkiye IŞİD'e silah
gönderiyordu, yakalandı" diye manşetler atıyordu.
Tam da o günlerdi, bizim hikâyemizin
başladığı tarih...
"Fethullahçı olmanın, Allah'ın kulu
olmaktan daha muteber olduğu" bir
dönemdi yani...
Mebus olmanın yolu oradan geçiyordu, hatta her türlü ikbale ve izzete erişmenin
güzergâhı da oraydı...
ÇILGIN BİR MÜŞAVİR HADDİNİ AŞTI!
Erzurum gibi bir yerde, yani "cemaatçi olma"nın en çok prim yaptığı bir şehirde, hangi çılgın vardır ki, cami duvarına işesin!
İşte o çılgın Erzurum'dan çıktı.
Atatürk Üniversitesi Hukuk Müşaviri Büşra Pehlivan...
Sisteme uyup, herkes gibi al takke ver takke yapmak dururken, eceline susamış olacak ki, sen tut cemaatin üniversitedeki "para
mabedi"ne karşı savaş aç!
Tahmin ettiğiniz gibi o "mabed"in adı,
Asya Bank'tı.
Devletin (daha doğrusu üniversite ve
yargının) Büşra Hanım'ın üzerinden silindir gibi geçtiği tarih, işte o tahliye talebiyle
başlamıştı.
Üniversitenin hukuk müşaviri olarak, "haksız işgalci" konumunda olan Asya Bank'a
tahliye davası açmaktan öte bir "günâh"ı
olmayan Büşra Hanım, üniversitenin de
kendisine sırt çevirmesi üzerine, cemaatçi savcı ve hakimlerin hışmına uğradı.
Daha ne zimmetine para geçirme suçu kaldı, ne de devleti soyup soğana çevirdiği!
"İdamlık suçlu"ydu yani!
Paralelci savcı gözünü öyle bi karartmıştı ki, hakkında somut delil elde edemediği bu müşaviri "içeri atmak" için, önüne çıkan
herkesi tahdit etti.
Öyle ki, üniversite yönetimi bile o savcıya biat etmek zorunda kaldı.
Sahte deliller, yalancı şâhitler ve o savcıya inanan kumpasçı bir hâkim...
Hepsi tas tamam olunca paralelci savcı için gün doğmuştu: Büşra Pehlivan
tutuklanacak, böylelikle Erzurum'da cemaat hakkında ileri geri konuşan kim varsa hepsi anında "hiza"ya gelecekti.
Öyle de oldu!
Dibine kadar rüşvete ve pisliğe bulaşmış bir savcı, koskoca şehri tutsak etmişti. Önüne kim çıkarsa anında defterini
dürecek kudretteydi!. Çünkü, o günkü AK Parti
Hükümeti, bu
türden adamlar için en büyük kalkandı.
BÜŞRA PEHLİVAN KAÇMASAYDI AYLARCA TUTUKLU KALACAKTI
O gün ki adlarıyla "Fethullahçı", sonraki tanımlarıyla "paralelci" olan savcı ve hâkimler anında makarayı kurmuş, çekilecek ipi de hazırlamıştı: Üniversitenin Hukuk Müşaviri Büşra Pehlivan içeri
atılacaktı ki bazı kendini bilmezler de ders
alsınlar!
Savcı, tutuklama istemiyle mahkemeye
sevketti, mahkeme de tutuklanması
yönünde karar verdi. Neyse ki Büşra Hanım uyanık davranmış bu komplaya kurban
gitmemişti.
Kaçtı; ta ki vicdanlı bir hâkimin kâğıt
üzerinde ki tutuklumasına yine kâğıt
üzerinde "tahliye" karı vermesine kadar... Büşra Hanım tutuklanmasına
tutuklanmamıştı, ya da bi şekilde hapisten yırtmıştı, ama savcı peşini bırakmaya hiç de niyetli değildi!
Bu arada unutmadan söyleyelim. Avukat Büşra Pehlivan, güyâ zimmetine para
geçirmişti. O da şöyle olmuştu: Avukat Büşra Pehlivan, ücret-i vekalet paralarını zimmetine geçirmişti, toplam miktar da 800 bin liraydı.
İŞTE MAHKEMENİN ARA KARARI
Isterseniz gelin tam da bu noktada biz aradan çekilelim ve Büşra Hanım'ın nasıl bir haksızlığa uğradığını gösterir Erzurum Ağır ceza Mahkemesi'nin ara kararına sözü bırakalım:
BÜŞRA HANIM'IN İMDADINA, PARALEL ÇETE İLE MÜCADELE İRADESİ YETİŞTİ
AK Parti Hükümeti, 17-25 Aralık paralel yargı darbe girişimine hedef olmamış olsaydı, o günkü paralelci yargı aslında "ilahlara karşı savaş" açan Büşra Hanım'ı un ufak edecekti. Neyse ki yargılama devam ederken, köprülerin altından çok sular aktı ve paralelci çete açık düştü. Bu durum,
binlercesine olduğu gibi Büşra Hanım'a da adeta bir güneş gibi doğmuştu öyle ki
kendilerini adil bir ortamda savunma imkânı vermişti.
PARALELCİ SAVCI, MÜŞAVİR HANIM'A KARŞI, AYNI ODADA ÇALIŞTIKLARI
MESLEKTAŞLARINI YALANCI ŞAHİT OLMAYA ZORLADI
Paralelci savcı bunu başardı da... Ortada Büşra Pehlivan'ın "zimmetine para geçirdiği" ve de kendi haklarını ödemediğini söyleyen avukatlar vardı. Savcı Bey, o
avukatları artık neyle
korkutmuştuysa korkutmuştu ve hepsi de aslında aldıkları paralar için "biz para almadık" diyecek kadar, akıllarını ipotek vermişlerdi. Yani kendi iplerini kendi elleriyle çekmişlerdi, ama farkında
değillerdi.Üniversite yönetimi de fena halde tırsmıştı. Adeta "ya ipin ucu bize ulaşırsa" diyerek, şantajcı ve kumpasçı savcının tehditlerine boyun eğdi. Yönetim, kendi hukuk müşavirini bile bile tıpkı kuzunun kurda verilmesi gibi
teslim etmişti!
"Bize dokunma da kimi istersen al götür!"
Kumpasçı, düzenbaz savcı amacına
ulaşmıştı. Gördü ki gözünde çok büyüttüğü Erzurum aslında hiç de içinde "isyân ahlâkı" olmayan bir şehir... Demek ki, o şehrin
hemşerisi Nurettin Topçu aynı adlı eseri
boşuna yazmıştı.
Bir şehir düşünün ki, üniversitesi teslim olmuş, medyası satılık...
Avukatlar korkak, sivil toplum örgütü
tatilde!
Siyaset avanta peşinde!
Ya milletvekilleri?
Hak getire...
Bütün yollar artık Roma'ya değil,
Fethullahçı Yapı'ya çıkıyordu.
Hâkim de taşerondu, savcı da...
Polis'i ve maliye'yi hiç sormayın; onlar o kumpasta yalnızca birer piyondu...
Lâkin gelin görün ki, günün sonunda her
satrançta olduğu gibi bir irade geldi, hukuku ve adaleti tesis ettikten sonra piyonlarla
şahları aynı torbaya doldurmayı başardı.
BÜŞRA PEHLİVAN, AĞIR CEZADA ZİMMET SUÇUNDAN YARGILANIRKEN
DANANIN KUYRUĞU KOPTU
Evet; tam da o günlerdeydi. Büşra Pehlivan için artık deniz bitmiş, zimmet suçundan kodese girmek üzereyken bir anda işler değişti ve hükümet paralelci çeteye karşı amansız bir mücadele başlattı. İşte o
günden sonra da Büşra Pehlivan'ın eli
güçlenmişti. Kendini daha bi iyi savundu ve delillerini tek tek mahkeme sundu.
Alenen bir kumpasın kurbanı olmuştu.
Yalancı şahitlik eden avukatlardan tutunuz da, elde olmayan maddi delillere kadar
onlarca açık nokta buldu ve oradan harekete geçti.
İnandırıcıydı ve de haklıydı. Sonunda
hakkında açılan dava devam ederken aynı mahkeme bir ara kararı verdi ve kendisine karşı yalan beyanda bulunan avukatlar başta olmak üzere, o günkü paralelci savcı ve
yargıçlar için soruşturma ve suç duyurusu kararı çıkarttırdı.
Şimdi paralelci savcının tehdit ve baskısıyla, "Büşra Pehlivan bizim paramızı yedi" diye ifade veren avukatlar hesap verecek.
Yetmedi bir de paralelci savcı ve hâkim HSYK önünde ter dökecek. Muhtemelen de görevlerinden uzaklaştırılacaklar. Çünkü yargı erkini öylesine hoyrat biçimde kendi çıkarları için kullanmışlar ki, kim olursa olsun minareye bir kılıf uyduramaz.
SONUÇ...
Sonuç şu: Büşra Pehlivan, vaktiyle paralelci çetenin kendisi için açtığı davada hâlâ sanık olarak yargılanıyor. İsnat edilen suç ise,
zimmetine para geçirmek. Ancak şöyle bir durum oldu: Büşra Pehlivan'a bu suçu isnat eden üniversite hukuk işlerindeki
meslektaşları, paralelci savcı ve hâkim, çok yakında hakim karşısına çıkacaklar.
Suçları da ise, kumpas kurmak, yalan
beyanda bulunmak, suç isnat etmek, iftira atmak ve yargı erkini kullanarak başkaları üzerinde baskı ve tehdit oluşturmak...
Artık hesap verme günleri onlarda...
Peki Büşra Pehlivan'a ne oldu?
Büşra Pehlivan, üniversiteden
uzaklaştırıldıktan sonra, avukatlığı bırakıp noter oldu. Çat'ta başladığı noterlik görevini hâlen devam ettirmekte. Ama O'nun için
aslolan ne olduğu değil, verdiği hukuk
mücadelesinin doğrudan ve haktan yana
tecelli etmesidir.
"Ömrümün sonuna kadar bu yapıyla
mücadele edeceğim, AK Parti hükümeti bu işten vazgeçse bile ben işin bırakmayacağım. Aylarca, yıllarca bize yani bana ve
çocuklarıma,
yakınlarıma hayatı zehir eden, dünyayı bize zindan kılan bu
zalimlere karşı hukuk içinde mücadelemi sürdüreceğim. Çünkü bunlar için kurumsal çıkarları her türlü
mukaddesin
üstündedir. Ben de gücüm yettiği oranda bu çürük ve çarpık
yapıyı anlatıp duracağım. Yargıya olan
güvenim şimdi tam. Çünkü ehli vicdân yargı mensupları iş başında. Ben tolerans ya da imtiyaz istemiyorum. Bütün derdim, bu kumpasçıların gerçek yüzünün ortaya çıkmasıdır."
Evet; tahmin ettiğiniz gibi bu sözler, paralel
yapının üç yılı aşkın
süredir hayatını mahvettiği ve aile faciası
yaşattığı o avukata yani Büşra Pehlivan'a ait...
17-25 Aralık paralel yargı darbe girişimi başarıya ulaşmış olsaydı, hiç
kuşkunuz olmasın ki, bugün Büşra Pehlivan'ın hikayesine çok benzeyen onlarca trajediye tanık olacaktınız. Adamlar öyle bir çıldırmıştı ki, şu eti budu olmayan
Erzurum'da bile yüzlerce insanı aynı yolla içeri tıkmak için her türlü tezgâhı
kurmuşlardı. Büşra Pehlivan, mağdurlardan yalnızca biri...Kazıyın; göreceksiniz ki,
altından daha niceleri çıkacaktır. Balyoz ve Ergenekon'da yahut da diğer benzer
davalarda hep aynı şey
çıkmadı mı? Kumpas, tertip, tuzak, sahte delil, yalancı şâhit ve sonunda yıllar yılı süren ağır bir zulüm...
Erzurum'daki ki bu olay,
onların yanında
sadece ince bir cüz...
Şans, Büşra Hanım'a
olduğu gibi çoğunun
yüzüne gülmedi...