Haber Girişi : 19 Şubat 2017 23:39

Ölümlü dünya, ölümsüz hayat

Ölümlü dünya,  ölümsüz hayat
Bütün varlıklar bir şekilde hâl ve şekil değiştirseler de asla yok olmazlar. Her yok oluş bir varoluştur aslında. Hani, bir yerden uzaklaşanın aslında başka bir yere de yaklaşıyor olması gibi. Canlıların ölümü bile!
Şimdi herhangi bir ormanda başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan bir hikâyenin, bu köşeye sığdığı kadarını okuyacak ve devamına sizde kendinizden bir şeyler katacaksınız! Çok uzaklardaki bir ormanda yaşayan ulu bir çam ağacının hikâyesi.
Kalın gövdeli, sık yapraklı, ulu bir çam ağacıydı. Kendini bildi bileli hep bu ormanda arkadaşlarıyla birlikte yaşamıştı. Sanki hiç öncesinin olmadığını bildiği gibi, sonrası da olmayacaktı! Nasıl ve ne zaman doğmuş, ne zaman böyle ulu bir çam ağacı olmuştu? Bilmiyordu! O sadece vardı ve hep var olarak kalacaktı! Ne yaşlanacağını bilirdi, ne de bir gün öleceğini. Gece olunca uyuyor, gündüz olunca uyanıyordu. Kök saldığı topraktan beslenip, güneşte ebedi hayatı buluyordu.
O sabah yine sıradan bir güne uyanmıştı. Her sabah yaptığı gibi, uyku mahmurluğunu üzerinden atmak için esen rüzgâra yapraklarını kattıktan sonra, sağa sola esneyerek gerinmişti. Birden yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu hissetmiş ve esnemesini yarım bırakmanın sıkıntısıyla, ters gidenin ne olduğunu anlamak için etrafına bakınmaya başlamıştı. İlk olarak, bu sabah etrafta tek bir kuşun bile olmadığını fark etti! " hay Allah, nereye gitti bu kuşlar!.." diye mırıldandı. Birden aklına, en üstte yuva yapmış olan komşusu sincap geldi, birde ona sorayım, dedi ve seslendi,
"Hey... Sincap kardeş, bu kuşlar nereye gitti?" Cevap alamayınca tekrar seslendi, "sincap kardeş?!" İyice meraklandı, çünkü sincap da gitmişti. Bu arada diğer ağaçlarda uyanmış, telaşlı ve endişeli gözlerle birbirlerine bakıp, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Ne olduğunu birazdan anlayacaklardı!
Ulu gövdelerinin yanında minicik kalan ormancıların ne geldiklerini görmüş, ne de seslerini duymuşlardı. İlk vurulan baltanın sesine can havliyle bağıran ağacın sesi karıştığında, o ağacın acısını tüm ağaçlar yüreklerinde ve bedenlerinde büyük bir korkuyla birlikte yaşadılar. Çünkü bir sürü eli baltalı ormancı, dağınık halde karşısına çıkan ağacın gövdesini keserken, diğer ağaçlarda sıranın kendisine geleceğini anlamıştı. Bir anda ormanı, sadece ağaçların duyabileceği acıyla dolu korkulu çığlıklar kaplamıştı. Çaresizdiler, ne kendilerini savunabiliyorlar, ne de kaçabiliyorlardı. Sadece bağırıyorlardı.
Bu kıyametin koptuğu, ölümün muhakkak olduğu andı. Bir biri ardına yerlere devrildiler. Uyuşmuş bedenlerinde, artık kendilerinin bile duyamayacağı bir sesle feryatlarına devam ediyorlardı. Ormancılar, ucu keskin çapalarla kabuklarını soyarken, hiç acı duymadılar, sadece sessiz çığlık atmaya devam ettiler.
Artık ölüme ve acı çekmeye öyle alışmışlardı ki, hızarda biçilirken bile hiç acı duymamışlar, sadece, öylesine bağırmışlardı. Hiç anlamadılar; bu nasıl ölümdü ki, ölümü bilip, alışacak kadar yaşadıklarının farkına hiç varmadılar!..
Bizim ağaca da baltalar vurulmaya başladığında aynı acı ve korkuları yaşamıştı. Onu da kesip parçalara ayırdılar. Kimi marangozhaneye, kimi oduncuya, kimisi de kağıt fabrikasına gönderilmişti. Her parçasında ölümün cansız ruhu vardı ve yaşıyordu!
Bir marangoz bu parçalardan sağlam ve güzel bir kapı yaptı. 'Eli baltalı ormancılar' girmesin diye, o kapıyı bir eve taktılar. Evde ki sıcacık insanlar, oduncudan almış oldukları odunlardan bir kaçını, bir kış günü soba ya attıklarında, odayı kaplayan mis gibi çam kokusunu duyup mutlu oldular. Evin en sevimli ve küçük kızı eline aldığı gazetede, bu hikayeyi okurken, gazeteden gelen çam kokusunu alamayacak kadar kendisinden geçmişti. Bacadan çıkan çam kokulu duman gökyüzüne dağılırken, yok olmuyor, aksine nice bedenlerde cana geliyordu!
Aradan çok ama çok uzun yıllar geçmişti. O ormanda, bizim ağacın kalan kökünden filiz veren bir sürgün büyüyerek koca bir çam ağacı olmuştu! O da sadece hep var olduğunu sanıyor, ama "nasıl ve ne zaman doğduğunu, ne zaman böyle ulu bir çam ağacı olduğunu, bilmiyordu!" O sadece vardı ve yaşıyordu...
Ölümlü dünya, ölümsüz hayat.
Etiketler : ibrahim sami
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.