EKONOMİ Haber Girişi : 23 Mart 2011 22:05

MERSİN-AYDINCIK İLÇE MÜFTÜLÜĞÜNDEN KONFERANS

MERSİN-AYDINCIK İLÇE MÜFTÜLÜĞÜNDEN KONFERANS

Mersin Aydıncık İlçe Müftülüğünce 16 Mart Çarşamba günü Çamlıbel Düğün salonunda Çanakkale Deniz Zaferi  ve İstiklal Marşımızın T.B.M.M.’ de kabulünün yıldönümü münasebetiyle Çanakkale Ruhu ve İstiklal Marşı konusunda Sakarya Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Mehmet Emin Ertan’a konferans verdirildi.

.

Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve  Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan programa İlçe Kaymakamı Özgür KÖRÜKCÜ, İlçe Jandarma Komutanı Kıdemli Başçavuş Hamdi ESER, Belediye Başkanı Ferat AKTAN ve daire  amirleri katıldı. Çoğunluğu bayanlar olmak üzere halkımızın yoğun ilgi gösterdiği programda Mehmet Akif’in Çanakkale şiiri ve imamların okuduğu bayrak şiiri dinleyicilere duygulu anlar yaşattı.

 

Konferansın açılış konuşmasını İlçe Müftüsü Mehmet GÜLER yaptı. Müftü Güler yapmış olduğu konuşmada; Çanakkale Zaferi’nin Türk ve dünya tarihinde bir dönüm noktası olduğunu, Çanakkale Zaferi’ nin dünyanın kaderini değiştirdiğini, emperyalizmin amacına ulaşamadığını söyledi. Çanakkale, Türk’ün destan yazdığı yerdir.Toprağın vatan olduğu yerdir.Alman Başbakanı Churchill’in Çanakkale’de biz Türklerin Allah’ıyla savaştık dediği savaştır. Çanakkale’yi en  iyi destanlaştıranın da Akif olduğunu dile getirdi. Milli ve manevi değerlerimizi insanlarımıza  gençlerimize aktarmalıyız milli ve manevi değerlerimize bağlı kalmalıyız dedi.

 

Doç. Dr. Mehmet Emin Ertan yapmış olduğu konfransta şöyle konuştu:

 Bir memleketin en mukaddes varlığı vatandır. Vatan olmadan hiçbir şey olmaz.Dinler hür olmayanı sorumlu tutmamıştır.Vatanı vatan yapan kahramanların kadınlardır. Mevlana gibi, Yunus gibi Akif gibi gönlü sevgiyle, hoşgörüyle vatan hasretiyle, hiçbir şeyden caymayacak cesaretiyle dünyanın nadir gördüğü insanlar azdır. Ne büyük nimet ki böyle nadir insanların onda dokuzu bizdedir.

 

Akif; ruhu güzel, fiziği güzel, irfanı güzel, ahlakı güzel bir şahsiyetti. Akif’i yetiştiren anne buradan bu güzel anneyi anlatalım ama tüm annelere seslenelim. Merhum Abdürrahim Karakoç bizim arkadaşımızdır. Karakoç’un bir arkadaşı milletvekili olur ona bir mektup yazar. Milletvekili oldun sorumluluğunu şöyle bil şöyle çalış diye. Fakat diğer mebus arkadaşları Karakoç niye Hasan’a mektup yazdı da bize niye yazmadı  acaba bir hata mı ettik derler. Karakoç ta  bir şiir yazar. Şiirinde;

Mektup yazdım Hasan’a.

Ha Hasana ha sana.

Biz de Akif’i yetiştiren anneyi zikredelim. Tüm Akifleri yetiştiren annelere seslenelim.

   Akif, fakir bir aileden  bir imam çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Maaşıyla geçinen bir ailedir. Dört yaşında okula başlar, ilkokulu ve ortaokulu  kendi mahallesinde okur.Ortaokul ve lise geldiğinde   dönemin tüm derslerini öğrenir. Kendi dilini Türkçeyi, Arapçayı, Farsçayı öğrenir.16-17 yaşına geldiğinde Kuran’ı tercüme edecek kadar Arapçaya hakim olur.

   Liseyi bitirince mülkiyeye gider. Babası vefat edince 36 kuruş para bağlanır. Bu parayla üniversitede okumak mümkün olmadığı için Mekteb-i Baytariye’ye gider. Dünya Osmanlıyı öyle o kadar  sıkıştırır  ki kişinin sorumluluğu artmaktadır.Akif o dönemde bakar ki bir insanın dilini iyi bilmesi gerekir dinini iyi bilmesi gerekir Akif Osmanlıcayı Türkçeyi Farsçayı mükemmel öğrenmiştir. İkinci şart olarak üniversite çağında kendi kendine Kur’an’ı bilmeden olmaz. Hem üniversiteye devam eder  hem de hafızlığa başlar.  Üniversiteyi birincilikle bitirdiğinde hafızlığını da tamamlamıştır.

 

   Akif’in birçok özelliği vardır. İyi bir sportmen, iyi bir yüzücü, iyi bir güreşçi, iyi bir gülleci ve iyi bir atlayıcıdır. Üniversite yıllarında hafta sonlarında panayır panayır gezer,  katıldığı güreş müsabakalarında kazandığı ödüllerle hem kendisinin ve hem de ailesinin ihtiyaçlarını karşılamıştır. Üniversiteyi bitirince veteriner olarak çok kısa bir  memurluk yapar. Orada birisine haksızlık yapılır bir amir memuruna haksızlık yapmıştır. Akif der ki: Ben haksızlığın olduğu yerde yokum ya ona hakkını verirsiniz ya da ayrılırım”der, ve istifa eder.

Sebilürreşat dergisini çıkararak sivil çalışır. Devlet tarafından 1912’ de Almanya’ya gönderilir. Avrupa’dan gönderdiği raporlarda Almanlar dahil güvenilmeyeceğini söyler. Bizim dostumuz değildir, dikkat edin hesapları başkadır der. Almanya’dayken Çanakkale Savaşı başlamıştı. Savaşın tüm acısını Almanya’da çekerek yaşamıştır. Çanakkale’yi basından yayından takip ediyordu. Daha önce Çanakkale’yi görmüştü.

 

Konumuz Çanakkale Ruhu ve İstiklal Marşı.

 

  İngilizler sizi yamyamlarla din düşmanlarıyla savaştıracağız  diye sömürgelerindeki ta Hindistan Avusturalya’dan  Mısır’da kısa bir eğitim göstererek  insanları  kandırarak Çanakkale’ye getirirler. Dünyada ilk defa uçak gemisi Çanakkale Savaşı’nda olmuştur. Gemilerle savaş uçakları getirilerek bizim mevzilerimizi gözetmişler, bombardımana tutmuşlardır. Çanakkale’ de  Çanakkaleli değil Ağrılı Diyarbakırlı Vanlı Konyalı yurdumuzun her tarafından askerlerimiz savaşmışlardır.

 

İngiliz Başbakanı Churchill yapmış olduğu toplantıda: “Biz Çanakkale’ye girdik çıkamıyoruz. Kimyasal silah kullanmamız gerekir” der. Toplantıdakiler

-Onlar nihayetinde insan olur mu? Derler

 Churchill şöyle karşılık verir:

-Türkler insan değil!

Bunu ben düşmanlık için kin güdesiniz diye söylemiyorum. Bilesiniz çocuklarınıza söyleyesiniz diye söylüyorum. Barış nasıl olur?  Şairin dediği gibi olur. Hazır ol cenge/ eğer istersen sulhu sada.

   Çanakkale’de iki yüz elli bin askerimiz şehit oldu. Yaralılarımız hepsi biyolojik silahla öldürüldü.

Bir kısmı ölmedi yaşadı. Öldürmeyen Allah öldürmez.

 

Tarihimizde bir Edirne müdafaası vardır.  Bu savaşın başında Erzurumlu Şükrü Paşa vardır. Şükrü Paşa askerlerine:

“Evlatlarım size bir vasiyetim var; ben vatanı kurtarmadan ölür veya öldürülürsem benim cesedimi gömmeyin benim cesedimi, köpekler yesin. Çünkü benim görevim bana emanet edilen bu vatanı sahibine teslim etmektir. Çanakkale’de bu ruh vardır ölmek var dönmek yok.15- 16 yaşında çocuklar kınalı Ali’ler savaşa gönderilmiştir. Kınalı Çanakkale’ye gider:

 

Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla laflıyordu nerelisin gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla
'adın ne senin evladım' der. Çocuk
'Ali' diye cevap verir.
Nerelisin? der. Ali
Tokat Zile’denim der.
Peki evladım bu kafanın hali ne?' Ali
'anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım der.
Neden? der komutan. Ali
'bilmiyorum komutanım' der:
Peki gidebilirsin Kınalı Ali' der. O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali'nin okuma yazması da yoktur arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali söyler arkadaşları yazar
'sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak etmeyin' diye başlar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendisini merak etmemelerini, kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır.

Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına NOT düşer: Alinin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır. 'Anacağım kafama kına yaktın burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakin kardeşim

 

Ahmet'e de yakma onunla da dalga geçmesinler der ellerinden öptüm' diye bitirir. Aradan zaman geçer. İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler.
Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi.

Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayıları  da epey azalmıştı Gelibolu düşmek üzereydi Kınalı Ali’nin  komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti onları insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere dua ediyordu.Komutanların bu düşünceli halini gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir.

Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler.

(bu mektubun asli Çanakkale müzesinde sergilenmektedir)

Babası anlatır Ali'nin; 'Oğlum Ali nasılsın iyi misin gözlerinden öperim selam ederim dedikten sonra öküzü sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz simdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da siz sakın bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin der köyü, akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir Ali ananın da sana diyeceği bir şey var' Anasını anlatır: ' oğlum ali yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşime de yakma demişsin kardeşine de yaktım komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler bizde 3 şeye kına yakarlar
1- gelinlik kıza,  gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye
2- kurbanlık koça, ALLAHA kurban olsun diye
3- askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye...
gözlerinden öper selam ederim ALLAHA emanet olun!

Mektubu okuyan Alinin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar...

Vatan olmadan hiçbir şeyin anlamı yoktur.

 Akif ; “Sahipsiz vatanın bakması haktır/Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.Bu vatan uğrunda değil bir tane can bin tane can olsa hepsini bu vatana  ölerek ödenir. Düşmanlar başarılı olamamamızın  yegane sebebi  canla başla vatanlarını müdafaa eden Tüklerdir, demişlerdir. Savaş esnasında  bir Anzak askeri vurulmuş ama adamlar adamı almıyor, almaya kimse cesaret  edemiyor. Almıyorlar ama   bizim askeriz olmaz böyle şey diyerek, silahını bırakarak silahların gölgesinde  kucağına alıyor Anzak’ı  götürüyor siperine. Türkü Türk yapan insanlığını kaybetmemesidir.

 

Yaralı bir askerin  kanayan yaralarını silenler “ Bırak aksın o kan, Balkan Muharebesi’nin karasını silmekte diyor. Balkanları kaybetmiştik ya.

İki ayağı kopmuş bir topçu neferi beni topumun başına götürün orada öleyim diyor.

 Hastaneye götürülürken, üç yerinden yaralanmış bir subay sedyeyle götürülürken bana taburumu geri verin, taburumu geri verin.der.

 

 

Mehmet Akif Ersoy Almanya dönüşünden sonra Suriye Filistin Ürdün Hicaz bölgesine dışişleri bakanlığımızın görevlendirmesiyle gitmişti. Çanakkale müjdesini alınca Çanakkale şiirini yazar.

 Ey şehit oğlu şehit isteme makber

 Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.

 

 

Akif kendi imkanlarıyla geçinir. Kimseye minnet etmez. Ankara’ya geldiğinde Burdur milletvekili idi. Savaş bitmişti. Vatan kurtulmuştu. Bunda benim payım var diye bir beklenti içine girmez. Ankara’da kalacak yeri olmadığından ilk Kur’an-ı Kerim Meali müellifi Hasan Basri Çantay’la birlikte Taceddin Dergahı’ nda kalırlar. İstiklal Marşı için 500 lira ödül ile yarışma açılıyor. Yarışma ödüllü diye Akif yarışmaya katılmamıştır. Ben milletimin kahramanlığını ödüllü olarak yazmam demiştir. Şiiri yaz ödülü alma denilince tamam o zaman demiş çekilmiş Taceddin Dergahı’na.

Akif , Taceddin Dergahında İstiklal Marşı’nı yazar. Yarışmayı kazanır. 12 Mart’ da Meclise çağırılır.12 Mart’ da iki üç gün önce kapısına bir fakir gelir giyeceğim bir şey yok bana giyecek bir şey ver deyince Akif paltosunu fakire verir ve paltosuz kalır. Ankara’da hava çok soğuk olduğundan Meclise gidecek paltosu yoktu. Hasan Basri Hoca Efendi Akif’e: Sen benim paltoyu al meclise git  paltoyu bana biriyle gönder. Sonra bende aynı paltoyla gelirim” der. 500 lirayı almayan Akif Meclise gidecek paltosu yoktur. Arkadaşının paltosuyla meclise gider. Mecliste ağlayarak marşı dinler. Aldığı ödülü esas sahibi ordumuza verir. Ödül 500 lira bugünkü değerde 500 milyar. Nerden anladık çünkü Hariciye Bakanlığı’ nın  o yıl ki bütçesi 800 liradır.

 

Bir padişaha soruyorlar Girit başınıza bela oldu satmaz mısınız? Satın kurtulun diyorlar. Padişah: “Alıcısı olursa satarız” der. Bunu duyan Fransız diplomat mal bulmuş mağribi gibi bir fırsat buldum bir menfaat karşılığı burayı elde edeceğiz gibisinden kaça kaça diyor. Padişah aldığımız fiyata der. Girit için 60.000 şehit vermişiz. Kanla aldık ancak kanla alabilirsiniz.

 

Akif der ki

 

 Eş hele dağları örten karı/

ot değil onlar dedenin saçları

dağları örten dağların karı şöyle bir aç bakalım oradan ot çıkacak onlar ot değil şehit olmuş dedenin saçlarıdır.

 

Çocuklarınızda istiklal ruhu canı pahasına değil Şükrü Paşa’ nın iradesiyle olsun