Haber Girişi : 19 Aralık 2013 19:57

MEHMET AKİF ERSOY VE MESTANLI DAYI

MEHMET AKİF ERSOY  VE MESTANLI  DAYI

Geçenlerde İl Müftümüz Hasan ÇINAR ve Müftü Yardımcımız Ahmet İkbal AYDIN hocalarımızla birlikte Tekman ilçemizde yapılan ilçe müftüleri toplantısına giderken, Ahmet İkbal hocamız “size Mehmet Akif’ten bir şiir okuyayım da hele bir dinleyin”dedi. Bizler de “memnuniyetle” deyip hocamızı dinlemeye başladık.

Aslında Safahat’ı baştan sona birkaç kez okumuş birisi olmama rağmen, Ahmet İkbal AYDIN hocamızın okuyuş tarzı, şiirin akıcılığı ve muhtevası beni çok etkilemişti. 

Bugünkü yazımızda bu şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum. Ama sonuna kadar okumanızı hasseten istirham ediyorum.

(Mestanlı Dayı orta yaşlı, sakallı, nur yüzlü, bir elinde baston, diğerinde fener olan saf bir köylüdür.)

Geçen yılın yazında Konya’daydım. 

Şehri az çok bilir, etrafını bilmezdim.

Bâri bir köyleri görsem diye çıkıp gezdim.

Yolda duydum ki: Filan köyün ayânı,

Üç gün evvel kovuvermiş hoca bilmem filanı;

Herkes evladını almış, kapatılmış mektep.

Çok fena şey! Hele bir anlayalım, neydi sebep.

Hiç işim yok, bu da oldukça mühim doğrusu ya, 

Gidecek yolcu da var, akşama indik oraya. 

Yatsıdan sonra ahâli "bize va’zet" dediler: 

Çektiler altıma bir cıllığı çıkmış minder. 

Evvelâ hamdeleden, salveleden başlayarak, 

Girmeden maksada dîbâceyi serdim çabucak. 

İlme kıymet veren ayetleri, hadisleri bütün, 

Okudum, hâsılı bülbül gibi öttüm ben o gün. 

Tam zamanıydı ahaliye çevirdim yüzümü; 

Açtım artık bu sefer ağzımı, yumdum gözümü:

Hiç muallim kovulur muymuş, ayol, söyleyiniz? 

O sizin devletiniz, nimetiniz, her şeyiniz. 

Hoca hakkıyla beraber gelecek hak var mı? 

Sizi hesaba çekerken bunu sormazlar mı? 

Müslüman, elde asâ, belde divit, başta sarık; 

Sonra, sırtında, yedek, şaplı beş on deste çarık; 

Altı aylık yolu, dağ taş demeyip, çiğneyerek, 

Çin-i Mâçin’deki bir ilmi gidip öğrenecek, 

Hiç düşünmek de mi yoktur, be adamlar, bu ne iş? 

En büyük talihi Mevlâ size ihsan etmiş, 

Hem de ta, olduğunuz mevkie göndermişken; 

Teptiniz kendi gelen nimeti sersemlikten! 

Çok zaman geçmeyecektir ki bu nankörlüğünüz, 

Ne felâketlere meydan verecektir görünüz!

Köylerin yüzde bugün sekseni, hatta hocasız; 

Siz de onlar gibi cahil kalarak anlayınız! 

Bir hata oldu, deyip şimdi peşîmansınız a... 

Ne çıkar? Gitti giden, kıydınız evlâdınıza...

Buna benzer daha bir hayli savurdum, estim,

Ses, nefes hepsi tükenmişti, nihayet kestim.

Sanıyordum ki, duadan koca mescit inler,

Umduğum çıkmadı hiç, pek yavaş âmin dediler.

Çekiverdim ozaman ben de hemen fatihayı,

Yatacağımız odanın sahibi Mestanlı dayı.

“Gürül gürül okuyor hep, gürül gürül okuyor;

Yanıl da bir, deli oğlan, baban mezarda mı sor!”

"Fetvayı veren mahkeme, yanlış, gerçek, 

İki davâcı ne söylerse bütün dinleyecek. 

O zaman kestiği parmak acımaz, amenna... 

Ama hep bir tarafın ağzına bakmak, o fena. 

Benim arkamdaki düşman bana mevlid mi okur? 

Dur ki ben söyleyeyim bir de, kuzum, sen hele dur! 

Köylü câhilse de hayvan mı demektir? Ne demek! 

Kim teper ni’meti? İnsan meğer olsun eşşek, 

Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık; 

Şu büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık. 

Kimse evlâdını câhilkomak ister mi ayol? 

Bize lâzım iki şey var: Biri mektep, biri yol. 

Niye Türk’ün canı yangın, niye millet geridir; 

Anladık biz bunu, az çok senelerden beridir. 

Sonra baktık ki hükümetten umup durdukça,

Ne mühendis verecekler bize, artık, ne hoca. 

Para bizden, hoca sizden deyiverdik... O zaman, 

Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah’ım aman! 

Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı... 

Görmeliydin o muallim denilen maskarayı.

Geberir, camie girmez, ne oruç var, ne namaz; 

Gusül abdestini Allah bilir amma tanımaz. 

Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu; 

Ebenin teknesi, ömründe pisin gördüğü su!,

Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak, 

Bunu bilmem ki yarın hangi imam paklayacak? 

Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama... 

Bari bir parça alışsaydı ya son son, arama! 

Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı. 

Yanılıp hoşbeş eden oldu mu, tınmaz da ayı, 

Bir bakar insana yan yan ki, yüz olmuş manda, 

Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda. 

Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya... Hayır, 

Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır. 

Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker, el yıkamaz; 

Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz. 

Kafa orman gibi, lâkin, o bıyık hep budarnır; 

Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanır. 

Tertemiz yerlere kipkirli fotinlerle dalar; 

Kaldırımdan daha berbat olur artık odalar; 

Örtü, minder bulanır hepsi, bakarsın, çamura.

Su mühendisleri gelmişti... Herifler gâvur a, 

Neme lâzım bizi incitmediler zerre kadar, 

İnan oğlum, daha insaflı imiş çorbacılar! 

Tatlı yüz, bal gibi söz... Başka ne ister köylü? 

Adam aldatmayı alâ biliyor kahpe dölü! 

Ne içen vardı, ne seccadeye çizmeyle basan; 

Ne deyim dinleri bâtılsa, herifler insan..

Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun... 

İçki yüzler suyu, ahlâkını bir bilsen onun! 

Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız, 

Öyle devlet gibi, ni’met gibi lâflar bana vız! 

İlmi yuttursa hayır yok bu musibetlerden... 

Bırakın oğlumu, cahilliğine razıyım ben."

Ve Ahmet İkbal hocamız Mestan Dayı’yı böylece bitirip “Hani alkış” demesi üzerine bizler de büyük bir memnuniyetle alkışlayıp, kendisine teşekkür ettik.