Dünyada herkesin üzerinde ittifak edemediği, “cevabını bulamamış sorular” vardır.
Örneğin intihar gibi…
Bir insan niçin intihar eder, nasıl bir çaresizlik içine düşer ki insan, kurtuluşu canına kıymada bulur?
Muhtemelen insanlık tarihi kadar eski bir meseledir, bu intihar meselesi…
Bu sebeple işin içinden çıkmak kolay olmuyor.
Çünkü intihar tek kişilik bir ölüm şekli…
Kişi karar veriyor ve her şey birkaç saniye içinde olup bitiyor.
O andan itibaren artık sorular anlamsız, sebepler geçersizdir.
Şu kadarını biliyoruz:
İntihar etmesine karşın ölmeyen kişiler, derin bir pişmanlık duyuyorlar ve yaşamın çok güzel olduğunu söylüyorlar.
Buna rağmen yine de her gün onlarca, yüzlerce kişi hayatına son vermekten alı kalmıyor.
Tıpkı son on yıl içinde intihar eden 935 askerimiz gibi…
Geçen hafta Meclis’te gündeme gelen bir soru üzerine, yetkili makam açıkladı:
“On yıl içinde 934 asker intihar etmek suretiyle canına kıymıştır”
Dün de İzmir Orduevi’nde bir asker, odasında kendisini kravatıyla asarak öldürdü. Böylece 934’e bir kişi daha eklendi ve 935 oldu.
Cümlede, “son on yılda” dedim ya, o tamamen benim temennimdir. Yani artık sayıya bir yenisin eklenmemesini diliyorum. O yüzden son on yıl içinde dedim.
İnşallah öyle de olur.
Analar-babalar yavrularını askere gönderiyor, vatan görevini yapsınlar, sapa sağlam evlerine dönsünler diye…
Fakat görüyoruz ki bu umut, pek çok aile için kabusa dönüşüyor.
Çünkü o ana kuzularının bir kısmı bölücü PKK ile mücadelede şehit düşüyor, bir kısmı ya kaza kurşununa hedef oluyor, ya da trafik kazasında şehit oluyor.
Çok zor ama bi yerde bunu anlamak ve kabullenmek mümkün…
Lakin on yıl içinde 935 askerin intihar etmesi, işte onu anlamak, olağanüstü güç, hem de izahı olmayan bir soru.
Bu gençler niçin canlarına kıyıyorlar ve neden sayı bu kadar fazla?
(Hoş az da olsa, ‘oh ne güzel’ diyecek halimiz yok)
Bir savaş halinde olsak anlarız, deriz ki, ülkemizi savunan askerimiz düşman saldırısında şehit düştü.
Bu askerler, PKK ile mücadelede de şehit düşmediler, kaza sonucu da ölmediler.
Peki sorun nedir ki, 935 genç, terhis olup gururla sılasına dönmek sevenleriyle kucaklaşmak dururken canına kıyıyor?
Yaşadıkları şartlar mı onları bu acı sona sürüklüyor, yoksa geçirdikleri bunalım mı?
Takdir edersiniz ki, bu öyle “vatan sağolsun” deyip, geçiştirilecek bir sorun değil. Bu, artık devleti ve toplumu bütünüyle kapsayan ve her kesimi ilgilendiren bir ana sorundur.
Ben bir kadınım askerlik yapmadım; ama askerlik yapan erkekleri dinledim, dinlemeye de devam ediyorum. Eşim Selami, askerliğini Tunceli’de en ağır koşullarda yaptı ve 15 ay boyunca PKK ile çatışan birliğin içinde görev yaptı.
Selami’den çok dinlemişimdir.
Şartlar ağır ama asla insanı intihara götürecek biçimde değil.
Yani demem o ki, intihar eden bu 935 vatan evladı, eğitimleri zor olduğu için ya da yemekleri az ve kötü olduğu için veya komutanlarından dayak yiyip azar işittikleri için intihar etmiş olamazlar.
Bütün bunların dışında çok esaslı başka gerekçeler olmalı.
Yanlışlıkla bıçakla elimizi kestiğimizde nasıl canımız yanıyor ve feryat ediyoruz.
Değil mi ki insan için en aziz şey canıdır. O halde, o insan nasıl bir girdaba düşüyor ki, en aziz şeyini gözünü kırpmadan feda edebiliyor?
İlla ki genelkurmay bu meseleye kafa yoruyordur. İlla ki, intihar vakaları tek tek ele alınarak kişiye dair özele iniliyordur.
Fakat asıl olması gereken şudur:
Yeni intiharların önüne geçmek…
Büyüklerimizden çok dinlemişizdir. Eskiden ordunun içinde din görevlileri varmış. Adlarına “tabur imamı” veya “alay müftüsü” denilen bu din görevlileri, sadece namaz kıldırıp dini ritüelleri yerine getirmekle kalmaz, aynı zamanda askerin şahsi maneviyatını kuvvetlendirmek için telkinlerde bulunurmuşlar.
Şimdi böyle bir uygulama var mı bilmiyorum.
Ama bildiğimiz şudur ki:
Sağlam bir inanca sahip kişilerin, zayıf bir inanca sahip kişilere oranla intihar etme oranı çok daha düşük.
Tabii ki işin psikolojik yanını ıskalamıyoruz…
Allah, intiharı “haram” ve “büyük günah”lar arasında gösteriyor.
Yani intihar eden bir insan, her iki dünyasını da yakıp yıkıyor.
20 yaşındaki genç bir adam hangi halet-i ruhiyeye kapılıyor ki, yaşamak dururken, ölmeyi yeğliyor?
Üstelik de o genç adamlar öyle birkaç kişi değil; tam 935 kişi…
-İnanç eksikliği mi?
-Psikoloji bozukluğu mu?
-İnsan onurunu ayaklar altına alan şartlar mı?
-Çaresiz dertler mi?
O nasıl bir anafordur ki, 20 yaşındaki yüzlerce genç, “ateşe koşan kelebekler” gibi, ölüme atlıyorlar?
Bi düşünün hele, bir gözünüzden öbürüne kıyamadığınız evladınız askerde ve siz onun sapa sağlam eve döneceği günü bekliyorsunuz. Kapınız çalıyor, görevli “üzgünüz oğlunuz görevi sırasında canına kıydı” diyor.
Aman Allah’ım, ne büyük bir acı…
Şehit değil, kaza sonucu da ölmemiş.
İntihar etmiş.
Devlet çocuğumuzu askere alırken bize sormuyor:
-Rızan var mı, yok mu?
“Ben devletim” diyor ve ana kuzularını alıp götürüyor.
Peki aynı devlet, o ana kuzularının hayatta kalıp kalmamalarından niçin mesul olmuyor?
Bir ana-baba çıkıp sorsa, dese ki, “Ben oğlumu çok sağlam bir psikoloji ile size emanet ettim. O, intihar edecek biri değildi. Askere davul zurna çalarak gitti ve koşarak gitti. Ne yaptıysanız siz yaptınız, benim yavrum canına kıymak zorunda kaldıysa bundan siz sorumlusunuz.”
Söyleyin komutanlar!
Hayır… Sadece komutanlar değil, siz de söyleyin devleti yönetenler…
Ama samimi olun; gerçekten buna bir cevabınız var mı?
935 Mehmet niçin intihar etti?