Haber Girişi : 18 Kasım 2014 08:34

HAN-I YAĞMA MI, YAĞMA MI, TOY MU?

HAN-I YAĞMA MI, YAĞMA MI, TOY MU?

Yağma Farsça bir sözcük. Türkçe sözlükte yağma; baskın veya zor kullanarak elde edilmiş olanlardan ele geçen şeyler. Akıncıların düşman topraklarına yaptıkları baskın, soygunculuk, çapuldur.

Han-ı yağma da Farsça bir sözcük. Yağma sofrası denir. Türk devlet töresinde hükümdarın han-ı yağma sofrasına toy, şölen denmektedir. 

Yağma ile han-ı yağma üzerine sizlerle birisi Yunus Emre’nin “Yağma”diğeri Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma” adlı şiirini paylaşmak istedim. 

Toy, han-ı yağma ve yağma arasındaki ilişkinin asırlar içerisinde zihniyetin nasıl değiştiğini nasıl anlaşıldığını izaha çalışacağım. 

Eski Türklerde önemli bir gelenek, yağmalı toy geleneği vardı. Toy ziyafet demekti.Toylar doğum, beğ/bey oğlunun ilk avı, bir dilekte bulunma, bir felaketten kurtulma, kısacası bir sevinç vesilesiyle verilmekteydi. Toya yığınak da denir. Umumi kurban törenine de toy denirdi. Ozanlar bu törenlerde dini nameler dile getirirlerdi. Toylar beylere verildiği gibi halka da verilirdi. Zaten hakanın görevi halkı, gerekse beyleri yedirip içirmekti.

Orhon Kitabeleri’nde, “Kardeşim (köl-tekin) ve beylerimle birlikte çalıştım. Bu sayede, göçmüş ve dağılmış halkı topladım. Yoksul ve bitkin halkı toparladım, çıplak halkı giydirdim. Aç halkı doyurdum, fakir halkı zengin ettim, az milleti çoğalttım, Tanrı irade ettiği için milleti dirilttim.” denmektedir. Kutadgu Bilig’de “Fakiri zenginleştirmeli, açı doyurmalıdır, Çıplak (yalın) giydirilmelidir. Aç mıdırlar, dok mudurlar, elbiseleri eskimiş midir diye sormalıdır.”Dedem Korkut divan/toy yerini anlatırken “Ağır ulu divan, davulların gümbür gümbür dövüldüğü bir yerdir” der. Deli Dumrul, “Ağa yılda ağca koyunum gerek ise, kara mudlak altında anın şöleni olsun” diyordu. Yılda bir kez alınan koyun,  yoksullara verilen en değerli vergiydi.  Toy/kurultayların Türk milletinin içtimai ve siyasi hayatında önemli yeri vardır.Burada Hanlardan davacı olunabiliyordu. Çağrılan toya gelmek gerekirdi. Yoksa düşman ilan edilirdi. Toylarda at yarışlarıyapılır, ok atılır, cirit oynanırdı.Yarışma, teşvik, ödüllendirme hakanın huzurunda yapılan bu şölende yapılırdı. Beylerbeyi Salur Kazan Beğ, Üç-Ok ve Boz-Ok beyleri odasına geldiklerinde (yılda bir defa) geniş bir otağda onlar için büyük bir toy verirdi. Beyin dağıttığı yağmada bulunmamak beye karşı olmak anlamınaydı. Uruz Bey, “Suçumuz ne idi ki yağmada bile bulunmadık.” Artık, “biz Kazan’a düşmanız böyle bilsin.”sözüyle bunu ifade etmektedir.

Halkın ihtiyaçlarını karşılamak için, her yıl düzenli olarak töre gereği hükümdar ihtiyacı olanlara mallarını dağıtarak ihtiyaçlarını gidererek sosyal adaleti bir şekilde giderirdi.Cömertlik beye yakışır, cimrilik yakışmazdı. Bir beyin kötüsüne söylenen söz,  “Biz onun sofrasında bir lokma bile yemek yemedik.” sözüdür.   Toyda yenilip içildikten sonra Kazan, hatununun elinden tutarak otağdan uzaklaştırır, davetliler Beylerbeyinim otağında bulunan tüm eşyayı ihtiyaçları kadar yağmalarlardı.Gelenler, yağmadan sonra hanı selamlayarak yurtlarına dönerlerdi.    

Türk devlet anlayışında bunun iki temel nedeni vardı; halkın zengin kılınması, hükümdarın mal, mülk ve servet peşinde koşan değil, adaleti esas alan ve onu uygulayan biri olmasını sağlamaktı. “Padişahlar için hazine gerekli midir?sorusuna bir bilgenin verdiği cevap şöyledir: “Padişahlar için asıl hazine halkın hayır duasıdır.” Halk, hayır duasını karnı tok, güvenliği tam, adalet, huzur içerisinde geleceğe umutla baktığı zaman yapar. Halk,“mazlumun ahının ta arşa kadar ulaşacağına da inanırdı.”

Farsça manzum ve mensur eserlerde görülen “han-ı yağma” yani yağma sofrası, bu yağmalı toyu ifade etmektedir. Selçuklularda, Suriye Atabeyleri’nde ve Osmanlıların son dönemine kadar bu gelenek devam etmekteydi. Anadolu Selçuklularında da bu anlayışın olduğu Yunus Emre’nin dizelerinde daha açık görmekteyiz. 

YAĞMA OLSUN

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun

Assı ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun


Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım

Dost vaslına eriştim günahım yağma olsun


İkilikten usandım birlik hanına kandım

Derdi şarabın içtim dermanım yağma olsun


Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi

Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun


Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan

Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun


Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin

Ballar balını buldum kovanım yağma olsun

Yunus Emre

Buradaki vermeye, paylaşmaya dayalı yağma ile töre dışı zorba, haydut ve eşkıya çetelerinin talanı, hırsızlığı, çapulu, soygunukarıştırılmamalıdır.

Tevfik Fikret(24 Aralık 1867 – 19 Ağustos 1915) ise Yunus Emre’nin şiirinde ortaya koyduğu yağma anlayışının yüzyıllar sonra nasıl değiştiğini devlet sofrasını devlet erkânı koruyacağı yerde devletin her türlü imkânını, her ne ad altında olursa olsun han-ı yağma yapanların ve yaptıranların devletin erkânı olduğunu ifade etmek için yazmıştı. 

HAN-I YAĞMA 

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır (yutmaya hazır lokma)

Huzurunuzda titriyor - şu milletin hayatıdır

Şu milletin ki mustarip, şu milletin ki muhtazır (can çekişen)

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapırhapır...


Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin


Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir

Şu nadi-i niam, bakın kudumunuzla

Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...


Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı zi-safa sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin


Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say

Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray

Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay

Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...


Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin



Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar

Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var

Bu sofra iltifatınızdan işte ab ü tab umar

Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...


Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin


Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malini

Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini

Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini

Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...


Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin


Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak

Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak

Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...


Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı pür-neva sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Tevfik Fikret

İLTİKAAM: Yeme yutma, sömürme... MUNTAZIR: Bekleyen... NÂDİ-İ NİÂM: Nimetler topluluğu, âdeta “beni ye” diye çağıran nimetler... 


KUDÛM: Devlete uğurlu gelmek... MÜFTEHİR: İftihar eden... ZİSAFA: Safa dolu... HASEP, NESEP: Soy sop asaleti... FERAĞ-I HAL: Gönül ferahlığı... ŞEVK-İ BÂL: Gönül isteği... KAVİ: Kuvvetli... BÜRHAN-İ PÜR-NEVA: İçinden acı ıstırap çığlıkları gelen sofra.