DENİZE VARMADAN KİRLENEN IRMAKLAR

Yemyeşil ağaçların harika bir tabloya dönüştürdüğü köyümün kardan temiz, buzdan soğuk sularını hayal eder, yakıcı ağustos sıcaklarında serinlerim.

Çocukluğumda, derelerin ilk fışkırışlarına tanık olmak için sıkça tepelere tırmanır, gözelerin doğum sancılarını huşu içinde seyrederdim. Gâh gecenin sessizliğinde, gâh böcek orkestralarıyla şenlenen kuşluk vaktinde, yerden fışkıran tertemiz suların doğuş öyküsünün güzelliğini kelimelere sığdırmaya gücüm yetmez.

Suyun göğe selam verişini izlerken şöyle düşünürdüm: Bu tertemiz, bakire damlalar toprağın kalbinde yıllarca süzülmüş, arınmış, beklemişti. Gün geldi, vakit erişti, o ilk damla yeryüzüne ulaştı. Durmak için değil, akmak için doğmuştu. Suyu arayan insanlar vardı ve o, arayanlar içindi. Akış başladı, başka damlalarla buluşma anı geldi. Buluştukça büyüdüler, birlikte bir pınar oldular. Çiçeklerin arasında, göğsü açık toprakların üstünde Allah’ın izniyle tabiatın minik bir mucizesi gibi aktılar. Serinlik taşıdılar yaz günlerine, susuz hayvanlara can, çiçeklere tazelik verdiler.

Sonra pınar büyüdü, yol aldı, dar bir patikadan akarak bir dere oldu. Yol aldıkça başka küçük sularla buluştu. Bir çay, ardından bir ırmak oldu.

Nehirlerin uzun yolculukları boyunca kimi zaman çamurlu sularla, kirle, çöple karşılaşması mukadderdir. Marifet, bilerek, isteyerek kire, pasa, çere çöpe bulaşmamaktır. İçindeki o ilk damlanın saflığını hatırlamak, dağlardan gelen berraklığını, toprağa can veren o temizliği unutmamaktır. “Ben kirlenirsem, beni bekleyen denize ne taşıyabilirim ki?” Bilinciyle kirlenmemektir.

Nehir, bu yolculukta şu varoluş sırrını hiç unutmamalı diye düşünmüşümdür hep:

Çamurlu, kirli yataklardan, arazilerden, topraklardan geçerken onları süzmeli, taşlara çarparken kendini yontmalı, ama asla özünü kirletmemeli. Ve nihayet denize, lağımlara bulaşmadan, çöplüklere dalmadan ilk günkü temizliği ve saflığıyla ulaşmalı.

Ben de fani ömür yolculuğumda hep suyu arayan adam oldum. Bazen de su olmayı hayal ettim. Köyümün temiz gözeleri, dereleri, çayları gibi tertemiz kalmayı amaçladım. Yol arkadaşlarımı, dostlarımı böylelerinden seçmeye çabaladım. Haram lokmalı mükellef sofralara oturmadım, kirli musluklardan şerbet içmedim. Sahuru zemzem ile yapıp, iftarı haramilerle açmadım.

Millet hizmetine, kamu görevine talip olanların ilk adımını suyun göze haline, yükseliş aşamalarını nehrinakışına, hedefe varışlarını denizle buluşmasına benzettim; onlara içimden hep şöyle seslendim:

Sizler, dağlardan doğan o tertemiz damlalar gibisiniz. Ülke yönetimine talip olan genç ruhlar; pınarlar gibi coşkulu, dereler gibi cesur, nehirler gibi kararlı olmalı. Yolunuz uzun, engeller çok. Çamurlu sular, karanlık vadiler, taşlı patikalar karşınıza çıkacak. Size “Kirlenmek zorundasın,” diyecekler. Ama unutmayın: Siz, o ilk damlanın saflığını "Güneşi sağ elinize, ayı da sol elinize verseler" kaybetme bedbahtlığına düşmemelisiniz.

Yolsuzluğun, hırsızlığın, kibrin çamurlu sularına kapılmamalısınız. Nehir gibi akmalı; çevrenizi yeşertmeli, ama özünüzü korumalısınız.

Kişinin ilk adımı, yürüyüş üslubunun açık bir göstergesi,varacağı hedefin işaret fişeğidir. Besmeleyi yanlış çekenden, doğru kıraat beklenmez.

Burun çürüten, mide bulandıran lağım kokularıyla başlayan bir yolculuğun vadedilen gül bahçesine varması mümkün değildir!

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.