Haber Girişi : 10 Temmuz 2018 10:31

CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİNE BİR BAKIŞ- 2

CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİNE BİR BAKIŞ- 2
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile meydana gelen değişikliklerin ciltlerce sürecek bir kitabın konusu olabileceğini belirtmiştik. Sıradan anayasa değişiklikleri yapılırken izlenen yol izlenmesine rağmen aslında yepyeni bir anayasa yapıldığı göz önünde tutulursa; bu anayasanın hukuk dünyası üzerinde, devletin işleyişinde ve dolayısıyla kamu hayatında meydana getireceği değişiklikleri hep birlikte zaman içinde gözlemleyeceğiz. 
Ne var ki; cumhurbaşkanlığı sistemine, dünyanın hiçbir yerinde rastlanmadığı gibi bu hükümet şekli, anayasa hukuku kapsamında olan hükümet sistemlerinin hiçbirine tam anlamıyla yerleştirilememektedir. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı sisteminin, hazırlanma sürecinde ve yürürlüğe girdikten sonra birtakım teorik saptamaları ve siyasi beklentileri barındırıyor olması, uygulamada nelerle karşılaşacağımızı bilmediğimiz boşlukları da içermesini beraberinde getirmekte. 
Yasama organının görev süresinin 4 yıldan 5 yıla çıkarılması yahut milletvekili sayısının 550’den 600’e çıkarılması anayasa koyucunun parlamentonun işleyişinde gerçekleştirdiği değişiklikler olup bu değişikliklerin hukuk dünyasında veya kamu düzeninde büyük farklılıklara neden olacağından söz etmek isabetli olmayacaktır. Söz konusu 50 milletvekili için mecliste boş sandalyeler ayarlandığı sürece parlamento da değişikliklere hızla ayak uyduracaktır. 
Bir başka değişiklik olan; olağanüstü yönetim usulleri arasından sıkıyönetimin kaldırılmasını ve yalnızca olağanüstü halin korunmasını belki de bir siyasi hafızaya bağlamak yanlış olmayacaktır. Yaygın şiddet olayları nedeni ile 1970’lerin sonlarından başlanarak öncelerde doğu illerinde, ardından 12 Eylül ile Türkiye’nin tamamında sıkıyönetimin ilan edilmesinin dolaylı bir askeri vesayet olduğu yönündeki görüşleri paylaşanlar, askeriyenin yönetim bazında böylesi geniş yetkilerle donanma ihtimalini ortadan kaldırmak için sıkıyönetimi uygulamadan kaldırmış olabilir. 
Yeni anayasaya dair en önemli değişikliklerden biri de hiç kuşkusuz cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Değişikliklerden önce de mevcut olan cumhurbaşkanlığı kararnamesi; bugünkünden çok farklı olarak cumhurbaşkanına, yalnızca kendi sekreterliklerini ilk elden düzenleme yetkisi veren çok dar bir alanı kapsamaktaydı. Bundan sonra göreceğimiz sistemde ise anayasada açıkça belirtildiği üzere; cumhurbaşkanı, yürütmeye ilişkin konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilecektir.
Öte yandan cumhurbaşkanlığı kararnamesinin sınırı yine anayasada açıkça belirtilmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin sınırlarını, meclisin yasama yetkisi belirlemektedir. Öyle ki;anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda ve açıkça kanunda düzenlenmiş bir konuda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacaktır. Dahası, cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanacaktır. 
Cumhurbaşkanının, cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile tek başına kullanacağı ve doğrudan anayasada belirtilen; bakanlıkların kurulması, bakanların atanması, devlet denetleme kurulunun düzenlenmesi gibi konular bir kenarda dursun; buraya kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile cumhurbaşkanına sınırsız yetki verildiği iddialarının doğru olmayacağı söylenebilir. Ancak tam olarak bu noktada yukarıda sözünü ettiğim uygulamada bırakılmış bilinçli yahut bilinçsiz boşlukların neler doğuracağını düşünmekten geri durmak da mümkün değildir. Zira önceki sistemde mevcut olan geciktirici veto yetkisi yerini zorlaştırıcı veto yetkisine bırakmıştır. Diğer bir deyişle, cumhurbaşkanının veto ettiği bir kanunun önceden en az 550 milletvekilinin 139 kabul oyu ile cumhurbaşkanına gönderilmesi mümkündü ve cumhurbaşkanının da bu kez bu kanunu Resmî Gazete yayımlaması onun bir bağlı yetkisiydi. Cumhurbaşkanlığı sistemi ile ise cumhurbaşkanının veto ettiği bir kanun için 600 milletvekili içinden en az 301 bir milletvekilinin kabul oyu vermesi gerekmektedir.
Vetoya direnmek için gerekli çoğunluğun bu kadar arttığı bir ortamda düşünelim: Şu anda mecliste açık ara üstünlüğü elinde bulunduran AKP’nin dahi 294 milletvekili var. Yani Türkiye’de eşine ender rastlanır biçimde bir daha böylesi güçlü bir çoğunluk elde edilse dahi vetoya direnilmesi mümkün değil. 
Bir de diğer senaryoyu düşünelim; yani cumhurbaşkanı ve meclisin çoğunluğu aynı fikri paylaşırken diğer partilerin etkilerinin ne olabileceğini görelim: Geriye kalan CHP, MHP, HDP, İyi Parti, Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisinin toplamda 306 milletvekili var. Yani iki cihan bir araya gelse ve dünya tersine dönüp MHP ve HDP aynı görüşte birleşse, Saadet Partisi ve CHP aynı yönde ilerlemeyi sürdürüp hepsi birden veto edilen kanun için yeniden kabul oyu verse, zorlaştırıcı veto ancak 5 oyla aşılabiliyor. Hal böyle olunca yukarıda sözünü ettiğimiz kanunun cumhurbaşkanlığı kararnamesi karşısında üstün tutulmasının pratikte ne kadar mümkün olacağı soruları doğuyor. Yalnızca Sayın Erdoğan’ın değil bundan sonraki tüm cumhurbaşkanlarının kendileri farklı bir uygulama öngörmüşken kanunun yürürlüğe girmesi halinde kanunun uygulanacağını bile bile cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile çelişecek bir kanunu ilk seferde Resmî Gazete’de yayımlayıp yürürlüğe sokması ne kadar muhtemeldir? 
Bu ve bunun gibi onlarca sorunun ve aynı sorulara verilecek birbirinden farklı yüzlerce cevabın bulunabileceği kuşkusuzdur. Ancak gazetecilerin görevi soru cevaplamak değil soru sormaktır. Cevapların bir kısmını uygulamada hep birlikte görecek bir kısmı için de akademinin engin bilgi ve deneyimine ihtiyaç duyacağız. Aynı konuyla ilgili birçok başka soruda serinin diğer yazılarında buluşmak üzere… 

Etiketler : rabia
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.