Haber Girişi : 30 Kasım 2015 07:54

BİR GARİP BU ''GARİP''LİK

BİR GARİP BU ''GARİP''LİK
Korku, bilinmezlik kavramına verilebilen en kolay ve en kısa cevaptır. Ya da tepki?
Karanlık ve boş odada, bir duvardan karşı duvara kaç adım olduğunu sayıp öğrendikten sonra, gözümüzü kapatıp bilindik adımlardan hem daha kısa hem de daha eksik atmamız istense; en fazla üç bilemedin dört adımdan sonra tutulup kalırız. Arada hiç engel olmadığını bilip, kimsenin de engel koymayacağına emin olmanıza rağmen! Neden bu endişe? Neden on adım bildiğin karşı duvara dokuz adım atamama tedirginliği?
İlla adım attığın yeri görmelisin! Arada bir şey olmadığına ve karşı duvara çarpmayacağına emin olsan da yine de korku ve endişenin önüne geçilemiyor! Ki, karanlık odada yolunu aydınlatabilecek bilgilere sahip iken
Ya bir de bilinmezliklerle çıktığın karanlık bir yolun yaşatacağı korkuları düşünün! Aman Allah'ım!..
Ölüm gibi, evren gibi ya da yarın gibi?.
"Özetle, Sophokles'in de söylediği gibi,
"En zoru tüm yaptıklarımızın bizden kaynaklandığını kabul etmektir."
Felsefe; bu korkuların bilinmezliklerine bilinir bir mana kazandırma çabası olabilir mi acaba? Sanirim felsefeye yeni bir tanım daha kazandırdım.
Bir anda yüzyıllar gerisinin gerçekleriyle yaşamı anlamaya çalışırken, değişen doğrularımla belki yüzyıl sonrasının gerçeklerine ulaşabilirim.
Yüzyıl öncesi cidden çok mu ilkeldi? Şimdiki zamana göre sanırım evet(!) öyleyse biz uygarız(!) Nereden bu kanaat? Çünkü eski ilkel ise yeni uygardır!
İşte paradoks da denilen bu karmaşık yapıya en güzel örnek! Öyleyse; iki hatta üç yüz yıl sonrası yaşayacak olanlara göre sen ilkelsin! Ama sen bunu kabul etmiyor, uygarım diyorsun. Ama gelecek bunu kabul etmeyecek. İlkel dediğin eski, kendi zamanında en yeniyi yaşarken asla ilkelliği kabul etmeyecek ve kendini zamanın şartlarında uygar sayacaktı. Şu ana senin kendini uygar sanman gibi!
Bilinmezliklere bilinir birer mana kazandırma gayretidir Felsefe!
Bu düşüncem asla felsefeye karşı olduğum anlamına gelmemeli.. Asla!!! Aksine, bu yazdıklarımı da yine felsefenin bana kazandırdığını düşündüğüm bilgilerin ışığında ve yine onun kalemiyle yazıyorum? Yalan yanlış, doğru ya da gerçek? Yeter ki bir anlam kazansın bilinmezler, yeter ki bir amacı olsun yaşamanın.. Yeter ki hep olsun felsefe?
Ruh ve beden? Hangisi hangisi için var? Ya da hangisi daha önce var oldu? Veya ruh gerçekten var mı?
Gerçek sandığım ve inandığım belki de yanıldığımın hiç farkına varamayacağım bir hakikatle varlığına inanıyorum elbet! Maddeden uzak, tanımlanamaz kavramlar çerçevesinde belki ağırlığı hacmi ve rengi olan bir varlık. Ben ben miyim yoksa ben o ruh mu?
Değişik bir doğum kavramı olan ölüm halinde, ruh mu özgürlüğüne kavuşacak yoksa ben mi öldüğümü anlayıp üzüleceğim?
Sorular bitmez... Hatta sorulara bile sorular sorulabilir? Yalnız tek merak ettiğim konu şu;
Eğer inandığım gibi ruh varsa ve bu bedendeyse; onca geniş ve hızlı hareket yeteneği olan ruhun bu kadar küçücük bir bedene hapsedilmesi zavallı ruha-ruhuma ceza değil mi dostum?
Eğer "ben" dediğim o ruh ise ve o "ben" küçücük bir bedene hapsedilmişsem ki tüm canlılar bu durumda,
O zaman hangi mantıkla özgürlükten bahsedebiliriz bu dünya da? Hangi hakla özgürlük isteyebiliriz ondan bundan ya da birilerinden! Nereye gidersek gidelim, hücremizin içinde olduktan sonra!
Çok sevgili bir dostumun "felsefede ruh" kavramıyla ilgili yazısını okuyunca, bir çırpıda aklıma gelenleri yazdım. Belki yarına bıraksaydım çok daha farklı bir şey çıkacaktı.. Belki de, şu an yazdıklarımı inkâr eden bir yazı! Bu da çok garip!
Her şey bir garip! Garip olmayan tek şey zaten bu gariplik!(?)
Etiketler : ibrahim sami
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.