GÜNDEM Haber Girişi : 15 Ekim 2016 12:35

28 Şubat'a Direnen Adam:Mehmet Ali Birand

28 Şubat'a Direnen Adam:Mehmet Ali Birand
Mehmet Ali Birand 17 Ocak 2013'e yani aramızdan ayrılıncaya kadar ülkenin sayılı gazetecilerinden biri olarak anılmış olsa da zamanında 28 Şubat mağdurlarından olmuş ve bu süreçte canı çok yanmıştı.
Mehmet Ali Birand? Araştırmacı gazeteci, anchorman, yazar? Kariyeri türlü gazetecilik başarılarıyla bezeli, koca bir hayat sığdırdı dünyaya? Hayattaki rollerinden biri olan yazarlığında araştırmacı gazetecilik yönüyle, elde ettiği bilgileri, belgeleri sundu bizlere. Gerçek bir gazetecinin yapması gerektiği gibi kamu adına yasama, yürütme ve yargıyı denetleme yoluna gitti. Fakat bu yönetimin her alanına işlemiş olan TSK'yı, memnun etmemişti. O dönemlerde de Birand'ın ipini çekecek olan hiç şüphesiz bu muhalif tavrıydı. Bu tavrı sonrası28 Şubat'ın mağdurları arasına bir de o eklenmişti. Tıpkı diğer meslektaşları; Cengiz Çandar, Yalçın Küçük, Yaşar Parlak ve Mahir Sayın gibi? 2012 yılında gerçekleşen 28 Şubat'ı yanitoplumun çokça yara aldığı o günlere giden yolu ve sonrasını Son Darbe 28 Şubat kitabında okurlarıyla paylaştı. Birand, 374 sayfalık kitabında Özal'ın ölümünü, Çiller'in iktidara yürüyüşünü, Karanlık cinayetleri, Susurluk'u, Katliamları, Kürt Meselesini, Refah Partisi'nin iktidarlığını, TSK'nın irtica iddialarını, istifaya giden yolu, Andıç olayını, Öcalan'ın ele geçirilmesini, ekonomik krizleri, AKP'nin doğuşunu ve iktidarla buluşmasını yani "post modern darbe" olarak literatürümüzde yerini alan 28 Şubat'ı ve sonrasında yaşananları gözler önüne seriyor.  Kitabın girişi olan 'Başlarken' bölümün de 28 Şubat'ı, Türkiye'nin bir kez daha demokrasi sınavına girdiği ve ne yazık ki bir kez daha sınıfta kaldığı o tarihi kırılma noktası, Kimilerine göre demokrasiye balans ayarı, kimilerine göre post modern darbe? olarak tanımlıyor Birand. Kendini hem mağdur hem de sanık olarak ifade eden Mehmet Ali Birand o sancılı yılları tanıklarıyla ve mağdurlarıyla görüşmelerini dahil ettiği bu kitabında yakın tarihimizde yaşananları kendi deyimiyle "hafızalarımıza emanet ediyor".

Fail-i Meçhuller (!)
90'lı yıllar tam bir cadı kazanıydı. Bir türlü dikiş tutturamayan koalisyon hükümetleri, faili meçhuller, Kürt meselesi, Siyasi İslam derken halk türlü acılara, sancılara maruz kalıyordu. Prof. Dr. Muammer Aksoy, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, din ile ilgili yorumlarıyla gündeme gelen Turan Dursun, AÜ İlahiyat Fakültesi eski Dekanı Bahriye Üçok, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ve "sakıncalı piyade" Cumhuriyet gazetesinin araştırmacı gazetecisi Uğur Mumcu? Faillerden sadece bir kaçı? Uğur Mumcu 13 Ocak 1993'te Ankara'nın ayazında arabasına yerleştirilen bombanın patlamasıyla katledildi. Birand'a verdiği röportajda kızı Özge Mumcu, dönemin Başbakanı Demirel'in, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'nün ve İç işleri Bakanı İsmet Sezgin'in "namus borcu sözü" adı altında failleri ortaya çıkaracakları sözünü verdiklerini söylüyor. Yolsuzluklarla cinayetlerle çalkalanan süreçte ve bu sürecin başındaki kişilerin verdikleri "namus borcu sözü"? Aslında halkın her bir bireyine borçlanılan ve bir türlü ödenemeyen borç. Uğur Mumcu'nun ailesine de ödenemedi ödenmedi? İktidarın namus borcu defterini kabartan hadiselerden biri de Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis oldu. Bitlis'in uçağının düşmesi, JİTEM'in karşısındaki net tavrıyla dimdik duran Kürt meselesini insancıl yollarla çözümüne inanan gerçek bir askeri koparmıştı bu toplumdan. Eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar; "17 Şubat'ta Eşref Bitlis ölüyor, uçağı düşürülüyor. Bugün hala ölümü şaibeli. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş hemen dosyayı kapatıyor. Olay yerine ilk gelende Cem Ersever. Jitemin kurucularından ve daha sonra ölen kişi" diye açıklıyor, kirli düzenin, karanlık bağların suikastla olan bağlarını. Özal'ın ölümü ise her ne kadar o dönemde doğal karşılansa da Özal'ın Öcalan'a ateşkesi uzatma çabalarıüzerine kurup gönderdiği beş kişilik ekibi Öcalan'la konuşmaya gittiğinde, heyete bugünün en önemli iddialarından olan suikast iddiası ilk olarak ondan geliyor, "Gidin ailesine benden taraf başsağlığı dileyin. Biz Özal'a çok değer verdik, Özal bizimle çok amansız mücadele etti, ama biz yine de onun bu son çıkışlarını çok önemsiyorduk, tarihi çıkışlar olarak görüyorduk ve onun istediği şekilde ateşkes ilan ettik? Bazı güçler Özal'ın bu çıkışından, Kürt sorununun çözümünden memnun olmadılar ve büyük ihtimalle Özal öldürüldü". 

Türkiye'nin Lady'si
Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığına gelmesiyle boş kalan Başbakanlık koltuğu için isim arama süreci başlamıştı. DYP'nin ısrarla üzerinde durduğu isim Hüsamettin Cindoruk'tu. Fakat Cindoruk Demirel engelini aşamamış soluğu yurt dışında almıştı. Hiç şüphesiz bu karar DYP'nin 'şehirlisi' Tansu Çiller'e yaradı. Cindoruk, "Sayın Çiller telefon etti, dedi: "Aday mısınız?" "Değilim, aday olmadığımı sana Ankara'da söylemiştim". "Ama ben bir kez daha duymak istiyorum" dedi. "Aday değilim" dedim "Sayın Demirel'le konuşun, önemli bir faktör." "Ben Demirel'e bilgi vereceğim, sizden bu sözü duymak istiyorum, siz adaysanız ben değilim" dedi. "Ben aday değilim" deyince "o zaman ben adaylığımı koyuyorum". Çiller adaylığını koymuştu ve Demirel'e rağmen yüzü gülen taraf o oldu. Partililerde ki medyada yer alma isteği, yeni bir siluet, şehirlilik özentiliği ve Çiller'in iyi dil bilen bir kadın olması unsurları onun cazipliğini arttırdı. Üstelik iyi eğitimli bir profesördü de. Ve Çiller artık genel başkandı? Çiller henüz güvenoyunu dahi alamadan. Telafisi asla olmayan o vahim olay gerçekleşti. Acının adı be defa 'Madımak'tı? Sivas'ta Pir Sultan Abdal şenlikleri için Alevi kanaat önderleri, sanatçılar, aydınlar bir araya gelmişlerdi. Davetlilerden biri de Hint Asıllı yazar Salman Rushidie'nin Şeytanın Ayetleri kitabını Türk okurlarla buluşturan Aziz Nesin'di. Henüz şenlikler başlamadan gerilim kokusu her yanı sarmıştı. Nesin düzenlenen imza gününde bir muhabirin sorularıyla sıkıştırılmış ortamı kötü bir hava kaplamıştı. Hemen ardından Nesin Madımak oteline götürüldü. Dananın kuyruğu orada kopacaktı. Bazı gazetelerin dinin elden gittiğine yönelik provokatör haberleri Nesin'e olan tepkileri tırmandırıyordu. Otel tepkili kalabalıklarla doluyken Aczmendiler, Hizbullahçılar sahneye çıkmaya başladı. Gerilim tırmanıyor Aziz Nesin'in yerinin söylemesiyle birlikte kalabalık soluğu Madımak Oteli'nin önünde alıyordu. İçeridekilerin güvenebilecekleri kimse yoktu. Ne jandarma, ne polis? Ve o vahim anın biraz öncesinde Lütfü Kaleli, "Yüzbaşı gelip bize şu soruyu sordu: "Burada, otelin içinde asker var mı? "Yok" dedik, o da gitti. Sonrasında da yangın başladı" dedi.  Camlardan gazlı bezlere sarılı taşlar atılmaya başladı. Anlamışlardı diri diri yakılacaklardı. İçeride bir can pazarı başladı. Nesin Ankara'ya ulaşmaya çalışıp derdini anlatmaya çalıştı. Ama olanlar olmuştu ve 37 can kurtulamadı. Aziz Nesin Kurtulduğunu sandığı anda ise linç tehlikesiyle karşı karşıya kaldı onu koruyan bir komiser oldu. Olay sonrasısuç sürekli farklı kişilere yöneltildi ama sonuç olarak ortada olan bir şey vardı ki o da; Devletin, ihmal ve gafletiyle katliama göz yummasıydı. Skandallar bir türlü bitmek bilmiyordu. Birden İSKİ skandalı bir yasak aşk sonucu ortaya çıkarıldı. Tansu Çiller'in emlak zengini olduğu öğrenildi. Her ne kadar onun tarafından "ana çıkını", "babadan kalma miras" gibi gerekçelerle savuşturulmaya çalışılsa da Çiller iktidarı boyunca bu iddialardan kurtulamadı. Kocasının kararla da etkili olması da partililerde rahatsızlık uyandırdı. Terörle mücadele, Gazi katliamı, Gözaltında Kaybedilenler, Karşılaşılan Büyük Kriz vs. Çiller'nin sonunu hazırlıyor Erbakan'lı Refah'ın önünü açıyordu. Refah'ın gelişi ise TSK ve Laik kesimde korkular yaratıyordu.

"Demokrasiye Balans Ayarı"
Her türlü engellemelere rağmen Necmettin Erbakan çıktığı iktidar yolunun sonucuna ulaştı. Telefon trafikleri, Koalisyonlara ret cevapları, TSK'nın kabul etmez tavrı, Laik kesimin irtica ve şeriat korkusu derken türlü engellerle karşı karşıya kalan Refah'lılar Erbakan-Çiller koalisyonuyla hükümeti kurma görevini aldı.  12 Şubat'ın ayak sesleri duyuluyordu. Necmettin Erbakan 2 yıl sonra koltuğu Çiller'e devretmek üzere Başbakan oldu. Erbakan'ın ilk sınavı cezaevi isyanları oldu. Hükümetin geri adım atmasıyla 27 Temmuz'da olay çözülmüş fakat arkada 12 can bırakmıştı. Necmettin Erbakan'ı 28 Şubat'a götüren olaylardan birisi de Libya ziyareti olmuştu. Zira o ziyarette Kaddafi'nin diplomatik gelenek ve nezaketten uzak tavrı, dış politikaya yönelik eleştirileri derken üzerine bir de Erbakan'ın kayıtsız kalması tepkileri tırmandırdı. D-8'in kurulacağı açıklaması da yapılınca Erbakan'ın yönünü İslam devletlerine çevirdiği aşikârlaştı. Derken Susurluk Kazası gerçekleşti. Aşiret Reisi Korucu başı bir Milletvekili olan Sedat Bucak,  Derin bağlantıları nedeniyle meslekten uzaklaştırılan bir emniyet müdürü olan Hüseyin Kocadağ ve 70'lerin ülkücü militanı Abdullah Çatlı o araçtaydı. Bu kaza devletin terörle mücadele adına nasıl ellerini kirlettiğinin net bir göstergesi olmuştu. TSK o dönemde Batı Çalışma Grubu'nu kurdu. Amaç TSK çeşitli kuvvetlerden aldığı kurmay subaylarla iktidarı denetlemekti. Bu doğrultuda BÇG, Refah'a yönelik psikolojik savaş stratejisinin de mimarı oldu. Necmettin Erbakan sürekli olarak asker ile bir problem olmadığını ifade ediyor oradan gelen tüm tepkileri alttan alıyordu. Bundan kuvvet alan TSK kıskacı sıkıştırmaya başladı. Bununla da yetinmeyip Laik medyayı çok iyi kullanarak ciddi bir kamuoyu oluşturdu. TSK, özel turlar, brifingler ve kulaklara fısıldanan bilgilerle manşetleri ele geçiriyordu. Refah'ın canını bu defa da arşivlerden çıkan kasetler yakacaktı. Rize Milletvekili Şevki Yılmaz'ın laiklik ve Kemalizm'le alakalı açıklamaları çok can sıkıntısı olmuştu. Bardağı taşıran damlalardan biri Başbakanlık Konutu'nda verilen iftar oldu. Erbakan'ın Diyanet İşleri'ne ve tarikat liderlerine verdiği iftar tansiyonu yükseltti. İrtica sesleri kesilmiyor 28 Şubat geliyorum diyordu. Sincan'daki Refah'lı belediyenin Mescid-i Aksa benzeri bir çadır kurup Filistin'e yönelik Kudüs Gecesi programını hazırlatması ve o programa davet edilen İran Büyükelçisi'nin Hizbullah ve Hamas posterleri astırması derken iş içinden çıkılmaz bir hal aldı. Her ne kadar Erbakan toplumu yatıştırıcı açıklamalar yapsa da olan olmuştu. TSK Sincan'da tankları yürüttü. Her ne kadar bu olağan bir yürüyüş olarak lanse edilse de herkes bunun Refahyol iktidarına bir uyarı olduğunu biliyordu. Orgeneral Çevik bir baloda "demokrasiye balans ayarı yaptık" diyerek zaten noktayı koymuştu. Ve tarihi MGK toplantısı günü gelmişti. Takvimler 28 Şubat 1997'yi gösteriyordu. 15.10'da başlayan toplantı tam 9 saat sürdü. Toplantının gündemi beklendiği üzere 'irtica'oldu. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya iktidara oldukça ağır suçlamalarda bulundu. Asker elinde kalın bir dosyayla gelmişti toplantıya. O dosyalardan 18 maddelik bir karar listesi çıktı. Güven Erkaya Erbakan'a dönerek "Bu listede yazılanların tümünün uygulanmasını istiyoruz" dedi. Bu bildiri bir tavsiye değil açık bir emirdi. Bu maddeler Refah'ın kabul edemeyeceği unsurlarla doluydu. İmam Hatipler 'in kapatılmasına giden bir yol sağlanmaya çalışılıyordu. Kur'an Kursları diyanete bağlanacaktı. Tarikat faaliyetleri bitirilerek, kıyafet yasalarına kesinlikle uyulacaktı. Bunun gibi bir sürü Refah'ı sarsan maddeler vardı. Erbakan her ne kadar partisini savunmaya kalksa da askeri ikna edemedi. Pasif tavrı ise askeri cesaretlendirdi.  Erbakan bildiriyi hemen imzalamayıp salondan çıksa da bildiri medyaya servis edildi. Erbakan diğer siyasi partilere başvurarak yardım istedi fakat kapılar yine yüzüne kapandı. Artık Erbakan'ın imzası bekleniyor Genelkurmay'da sinirler geriliyordu. İşçi ve İşveren sendikaları da MGK kararlarını desteklediklerini açıkladı. Ve Erbakan o bildiriyi imzaladı. Refah'a kapatma davaları, irtica suçlamaları, psikolojik savaşlar, brifingler derken köşeye sıkışan Erbakan istifaya mecbur kaldı. Tarih 18 Haziran 1997'ydi?
28 Şubat iyi kurgulanıp hazırlanılmış bir süreç oldu. Planlar yapıldı, uygulamaya konuldu ve sonuç tamda istenildiği gibi. Refahyol hükümeti artık yoktu. Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Sinan Bilgili, iktidarın belli çıkar gruplarına ters düştüğünden dolayı darbeye maruz kaldığını ifade ediyor. Bilgili, Bu olayın görünen bir tarafı vardır o da mevcut Refahyol Hükümetine post modern bir darbe yapıldığı gerçeğidir. Darbeler iki türlü yapılır, Biri 27 Mayıs'ta olduğu gibi kanlı, diğeri ise 28 Şubat'ta olduğu gibi yine anayasal yolların dışında türlü oyunlarla istifaya zorlanarak. Her daim Devletlerde çeşitli çıkar grupları vardır. Bu tüm Dünyada geçerli olan bir durum. O günün iktidarı olan Refahyol'da o çıkar gruplarına ters düşecek eylemler gerçekleştirdi. Daha doğrusu ekonomik tedbirler getirdi. Mesela bunlardan birisi Devlet gelirlerinin bir havuzda toplanmasıydı. Daha önce bir devlet kurumu diğer devlet kurumuna faiz veriyordu. Bunun mantıksal bir tarafı yoktu. Tabi bu durum sayesinde o zamanlar bu paradan para kazananlar vardı. Alınan ekonomik tedbirler bundan dolayı bu kişilerin işine gelmedi. Hükümeti de doğrudan hedef alamadıklarından bir bahane gerekiyordu. Bu bahanede Refah'ın ideolojik kimliği oldu. Bu iktidarı sandıkta yıkamayacaklarından her zaman işe yarayan bahane "Rejime Tehdit İddiası" ile hükümeti devirdiler" dedi.

Andıç Yalanı
Erbakan istifa etse de sular bir türlü durulmuyordu. Asker iktidardan elini çekmiyor hatta Mesut Yılmaz'a da muhtıra veriyordu. Refah'ın kapatılması Recep Tayyip Erdoğan'ın hapse girmesi derken Örgütün ikinci adamı Şemdin Sakık'ın yakalanması büyük bir fırsata çevrilerek muhaliflerin canını yakma yoluna gidildi.  Şemdin Sakık Abdullah Öcalan tarafından öldürüleceğini anlayınca Mesut Barzani ve adamlarına sığınma yolunu seçti. Fakat Barzani Öcalan'la ters düşmek istemediğinden topu Türkiye'ye atarak devletle anlaşma yaptı. Yapılan anlaşma üzerine karar verilen alana Sakık bırakıldı. TSK bu olayı fırsatadönüştürmeye karar verdi. Şemdin Sakık'ın ifadesini çıkarlar doğrultusunda eklemeler yapıldı. Amaç muhalefeti ve can sıkan siyasetçi, gazeteci ve iş adamlarını yıpratarak gerekirsehaklarında dava açılmasını sağlamaktı. Bu plan gerçekten işledi. Sakık'ın ifadesine eklenenler Hürriyet ve Sabah gazetelerine bildirildi. Gönderilen başlıksız kâğıtta bazı ünlü gazetecilerin PKK lehine yazdıkları söyleniyordu. Sakık'ın ifadesine göre(!) Refahlı Milletvekili Fetullah Erbaş ve İHD Başkanı Akın Birdal vardı ve Öcalan'dan emir alıyorlardı. İlk bedel ödeyen Birkan oldu ve saldırıya uğrayarak vuruldu. Andıç yalanı ortaya çıktığında her ne kadar suç duyurusun da bulunsa da bir türlü sonuca kavuşturulamadı. Adı servis edilen gazeteciler ise Cengiz Çandar, Yalçın Küçük, Yaşar Parlak, Mahir Sayan ve Mehmet Ali Birand oldu. Bu isimleri ilk yayınlayan Kanal D oldu. Bunun akabinde Cengiz Çandar uzun süre yazamadı Birand ise işinden oldu. Her ne kadar bu yalan Şemdin Sakık'ın mahkemede ben böyle bir ifade vermedim demesiyle açığa kavuşmuşsa da bu isimlerden bu yafta silinemedi. Yaptıkları sadece işlerini doğru yapmaktı. İktidarı memnun etmek adına halkı kandırarak ana akım medyaya uyma yoluna gidemezlerdi. Hak gazeteciliği bunu gerektirirdi. Gereğini yaptılar ve karşılığında bedel ödediler. Bu kayıplar her ne kadar canlarını yakıp o dönemde onları zor durumda bıraksa da bugün tarih onları iyi anıyor. Fakat ülkeyi bu tarz çıkmazlara sokarak, anlamsız intikam hırslarına kul olarak bu kötülükleri yapanlar tarihin çöplüğündeki yerlerini aldılar.
Kanal 7'de ki Sözün Özü programına katılan Dinç Bilgin 28 Şubat'a ilişkin itiraflarda bulundu. Bilgin,"28 Şubat döneminde her şey zıvanadan çıktı. Gazeteler, hükümet yıkıp hükümet kurmaya başladılar. Bütün kamu ihaleleri medya patronlarına dağıtılır oldu. İktidar da medya alanına müdahale etti. Milliyet'in satışı sırasında Mesut Yılmaz birileriyle görüştü, biliyorsunuz. Medya patronları köpek balıkları gibi her tarafa, her şeye saldırdılar. O devirde gerekli görülen bir psikolojik harp vardı. Devletin bazı kademelerinde uzman kişilerce bir plan hazırlanıyor ve uygulama devreye sokuluyordu. Birileri bildirileri size uçuruyor ve yayınlamanızı istiyor. Siz de yayınlamak zorunda kalıyorsunuz. Andıç olayında Hürriyet'in yayınladığı haberi biz de yayınladık. Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve Altan kardeşler hakkında 'Abdullah Öcalan'dan para aldılar' söylentilerine inanmadım ama gazetemi andıçın hazırlandığı merkezden ve kamuoyundan korumak durumundaydım. Hürriyet gazetesi bu haberi yayınladığı için biz de vermeye mecbur kaldık. Şimdi baktığımda doğru yapmadığımızı görüyorum. O dönemde her gazetenin askerle teması vardı".

Etiketler : birand
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.