Haber Girişi : 31 Ağustos 2020 01:05

ÖLÜM ORUÇLARI MÜZAKERE YOLU OLABİLİR Mİ?

ÖLÜM ORUÇLARI MÜZAKERE YOLU OLABİLİR Mİ?

İstanbul barosuna bağlı avukat Ebru Timtik, ölüm orucunun 238. gününde yaşamını yitirdi. Timtik, savcı Selim Kiraz’ın şehit edilmesinin ardından yürütülen soruşturmalarda DHKPC terör örgütüne mensup olma suçundan hakkında 13 yıl altı ay hapis cezası istemi ile yargılanıyordu. Timtik hakkındaki soruşturma sona ermemişti dolayısıyla kendisi hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmuyordu. Dolayısıyla, Timtik’in suçunun ne olduğunu, şehit savcının hayatını kaybetmesinde nasıl bir rol oynadığını bu yazı kapsamında tartışmamız mümkün değil. Zaten, iddianamenin içeriğine dair bilgimiz basına yansıdığı ile sınırlı, dava dosyasında ne gibi delillerin, savunma araçlarının olduğunu ise bilmiyoruz. Bu sebeple, bu yazıda mercekleri gelin ölüm oruçlarına çevirelim.

Bu kapsamda ilk akla gelen soruyu soralım: Türkiye’nin ölüm oruçları geçmişinde örgütlerin rolü nedir ve böyle bir tabloda devletin yaşatma yükümlülüğü var mıdır? 2000’li yılların başında F tipi cezaevlerine karşı başlatılan ölüm oruçlarında 107 insan yaşamını yitirmişti, bu ölüm oruçları DHKPC, TKP; TKİP davası hükümlülerince yürütülmüştü. Sonraki süreç malumunuz, içinde Yaşar Kemal’in de bulunduğu bir arabulucu heyet, devlet ile hükümlüler arasında diyalog sağlamaya çalışmış ve dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, kamuoyu ikna edilmeden F tipi cezaevlerinin açılmayacağını söylemişti. Daha sonra bugün hala farklı kesimlerce farklı şekillerde anılan Hayata Dönüş Operasyonu gerçekleşmişti. Velhasıl, bu olaylar, kişilerin örgütsel biçimde bedenleriyle bir ideolojiyi savunmalarının en açık örneğiydi. Ölüm orucuna girmeleri ile ilgili emir de örgütten alınıyordu, hayat yolculuklarının nasıl sona ereceğine de örgüt karar veriyordu.

Terör örgütleri çatısında gerçekleşen bu ölüm oruçlarının temelinde, ölüm orucuna niçin soyunulduğundan bağımsız olarak örgütlerin açık bir şekilde örgüt için ölün emri yatıyordu. Böyle bir tabloda devletin bir yaşatma sorumluluğu olduğundan bahsetmek devlet ile tek diyalog kapısının ölüm arabuluculuğunda olabileceğini kabul etmek demektir. Oysa devletin toplu ölümler yaşanmadan vatandaşa kulak vermemesi de örgütlerin devletle böyle bir pazarlığa girişebileceklerine inanmaları kabul edilebilir değildir. Bugün, söz konusu ölüm oruçları olduğunda önce devletin yaşatma sorumluluğunu öne çıkaranlar; terör faaliyetleri karşısında ölüm orucu kozuna sahip olmak isteyenlerdir. Hal böyle olunca, örgütsel ölüm oruçlarında bu ölümleri önlemek devletin görevi olmadığı gibi, bu emirlerin verilmesi de ceza kanunları kapsamında suçtur. Yaşamını yitiren avukat Tetik için bugün bunun bireysel bir ölüm orucu olduğu iddialarını duymak mümkün fakat DHKPC odaklı davada yargılanan bir kimsenin, DHKPC’nin yıllardır süregelen sözde müzakere yöntemi olan ölüm orucu ile hayatını kaybetmesinin de bireysel bir karar olduğunu düşünmek maalesef imkansızdır.

Adil yargılanma hakkının Türk yargısı için bir sorun olduğu, bu konuda AİHM karnemizin pek de parlak olmadığı ortadadır ancak konu ne olursa olsun bedeli insan hayatı olan bir pazarlık masasına devlet oturmamalıdır. Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Grup Yorum üyelerinin, şimdi Avukat Tetik’in belki de örgütçe bu yola yönlendirilmelerinin nedeni ölüm oruçları konusunda yukarıda bahsettiğimiz süreçlerin yaşanması, bu yöntemin işe yaradığına örgütlerin inanmasıdır. Neticede, başta bu insanların hayatını kaybetmesini istemeyenlerin ölüm oruçlarına şiddetle karşı çıkması beklenirken konunun devletin yaşatma sorumluluğuna getirilmesi, adil yargılanma hakkından da önde gelen yaşam hakkının hiçe sayıldığının göstergesidir.

Etiketler : rabia
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.